23 Nisan 2010 Cuma

2012 YILINA KADAR YAPILAN YORUMLAR VE BİLGİLER

Bağdat kenti yakınlarındaki Nippur kasabası yakınlarında yapılmış olan arkeolojik kazılar binlerce tabletten oluşan bir Sümer kütüphanesine ulaştı. Ele geçen tabletler tufan olayını bütün ayrıntılarıyla anlatıyordu. Bu metinler ünlü Gılgameş destanından da eskidir.

Gılgameş Destanı, Mezopotamya'daki Uruk kentinin ünlü kralı Gılgameş üstüne söylenmiş bir destandır .O güne dek, Nuh ile İbrahim Peygamber arasında geçen uzun sürenin tarihini yalnız Tevrat'taki "Tekvin bölümü"ü anlatmaktaydı.
Tekvin Bab 6 şöyle anlatıyor: "... Ve vaki oldu ki, toprağın yüzü üzerinde insanlar çoğalmaya başladı ve onların kızları doğduğu zaman Allah oğulları insan kızlarının güzel olduklarını gördüler ve bütün seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar."... Ve Rab gördü ki insanın kötülüğü çoktu ve her gün yüreğinin düşünceleri ve kuruntuları ancak kötü idi. Ve Rab, yeryüzünde insanı yaptığına nadim (pişman) oldu ve yüreğinde acı duydu. Ve Rab dedi: Yarattığım insanı ve hayvanları, sürünenleri ve göklerin kuşlarını toprağın yüzü üzerinden sileceğim. Çünkü onları yaptığıma nadim oldum. Fakat Nuh, Rabbin gözünde inayet buldu."... ;Ve Allahın önünde yeryüzü bozulmuştu ve yeryüzü zorbalıkla dolmuştu. Ve Allah yeryüzünü gördü ve işte, bozulmuştu; çünkü yeryüzünde bütün insanlar yolunu bozmuştu. Ve Allah Nuh'a dedi: Bütün insanların sonu geldi, çünkü onların yüzünden yeryüzü zorbalıkla doldu ve işte ben, onları yeryüzü ile beraber yok edeceğim.. Kendine gofer ağacından bir gemi yap; gemide odalar yapacaksın ve onu içerden dışarıya ziftleyeceksin ve onu şöyle yapacaksın; uzunluğu üçyüz arşın, genişliği elli arşın ve yüksekliği otuz arşın olacaktır. Ve ben, işte ben, göklerin altından kendisinde hayat olan bütün insanlığı yok etmek için yeryüzü üzerine sular tufanı getiriyorum, yeryüzünde olanların hepsi ölecektir.""... Ve sen ve seninle beraber oğulların ve karın ve oğullarının karıları gemiye gireceksiniz. Ve seninle beraber sağ kalmak için her yaşayanın her çeşidinden ikisini gemiye getireceksin; erkek ve dişi olacaklar."

Bulguların sahibi George Smith ,bu bulgularını anlatan "Chaldean Account of Deluge- Kaldelilerin Tufan Hikayesi" adlı kitabını yayınladı. Fakat bu kitapta, tufan tableti eks**kti. Smith , daha sonraki araştırmalarıyla aranılan tabletleri buldu. Asurca "Tufan"ı yayımlarken bunun eski Uruk kentinde hazırlanmış çok eski bir yazmadan kopya edildiğini de açıklamaktadır. Bu tabletlerde tufan hakkında detaylı bilgi verilmektedir. Utnapiştim tanrıdır ve kutsal kitaplara Nuh Peygamber olarak geçer.Tabletde anlatıldığına göre tanrılar kendisini uyarır ve gelecek tufan için gemi yapmasını emrederler.yolculuğun sonunda bir dağın tepesine oturmuştur. Dağ kutsal kitaplarda Ararat olarak geçmektedir. Gılgameş’te tufan aşağıdaki şekilde geçmektedir:

"Gemi yapı ustalarına ırmaklardan gelmiş gibi durmadan şarap sundum. Yeni yıl şölenleri gibi bir şölen oldu. Yedinci günde gemi tamamlanmıştı. Ben de bütün altını ve canlıları; ailemi akrabalarımı, kırların, hem yabanıl, hem evcil hayvanlarını ve zanaatçıları tekneye aldım. Şamaş'ın bana 'Akşama fırtınanın birincisi varıp yıkıcı yağmuru yağdırdığında, gemine bin, her yanı da sımsıkı kapat' dediği an gelmişti artık. Gece bastırdı, fırtınanın birincisi yağmuru gönderdi. Çok korkunçtu hava. Gemiye binip her yeri kapattım.Her şey tamamdı. Kalafat işleri eks**ksiz tamamlanmıştı zaten."Tan yeri ağarmaya başlarken ufuktan bir kara bulut ağdı. Bu bulut, fırtınanın efendisi Adad'ın bulunduğu yerde gürledi. Habercileri olan Şullat ile Haniş, dere tepe aşarak başı çektiler. Daha sonra uçurumun tanrıları ortaya çıktı. Nergal, suları göğüsleyen engelleri yıktı. Savaş tanrısı Ninurta, her şeyi yerle bir etti. Cehennemin yedi yargıcı, Anunnaki, meşalelerini kaldırıp ülkeyi kurşunsu alevlere boğdular. Fırtına tanrısı, günışığının yerine karanlığı koydu; ülkeyi bir çanak gibi kırıp döktü, umarsızlığın getirdiği bitkinlik gökkubbeye yükseldi. Bütün gün bora azıttı durdu. Yol aldıkça kudurdu, halka düşmanmış gibi saldırdı, kardeş kardeşi göremedi. İnsanlar gökyüzünde bile görülmüyordu. Tanrılar bile tufandan dehşete kapılıp göğün yedi kat arşına, Anu'nun gökkubbesine kaçtılar."Altı gün altı gece boyunca yeller esti; sel, bora ve su taşkınları yeryüzünü kasıp kavurdu. Sel ve su taşkınları savaşan ordular gibi bir ordu olup kudurdular. Yedinci günde güneyden esen fırtına dinmeye yüz tuttu, deniz yatıştı, tufanın hızı kesildi. Yeryüzüne göz attığımda her yanı sessizliğin kaplamış ve bütün insanların da çamura dönüşmüş olduğunu gördüm. Denizin yüzü, bir damın üstü gibi dümdüz uzayıp gidiyordur. Ambar kapağını açınca yüzüme bir ışık düştü. Sonra oturup ağlamaya başladım. Çünkü sular dört bir yanı yıkıntılığa çevirmişti."Sonra ondört fersah ötede bir dağ görünüverdi. Gemi o dağa oturdu. Dağda karaya oturan gemi, yerinden kıpırdamadı. Bir gün geçti hep o dağın tepesinde kaldı. Beşinci ve altıncı günlerde de kıpırdamadı hiç. Yedinci gün şafakla bir güvercin salıverdim, uçtu gitti hemen. Ama konacak bir yer bulamayıp geri döndü. Bir kırlangıç saldım ardından, o da geri döndü geldi. Bir kuzgun saldım. Gitti, suların çekildiğini gördü; yiyecek içecek buldu kendine, bu yüzden geri gelmedi."Bunun üzerine, tuttum, her şeyi dört yana savurdum, dağın tepesinde adak adadım. Yedi ve yine yedi kazan kurdum. Üzerine odun, kamış, sedir ve mersin ağacı yığdım. Tanrılar kokuyu alınca toplaştılar. Ama aralarına Enlil gelsin istemediler. Çünkü hiç düşünmeden tufana yol açmıştı o. İnsanların ortadan kalkmasına neden olmuştu."

Her iki metinde de olayın anlatımı aynı. Kırmızı renkle işaretlediğim yerleri dikkat ederseniz, Tufanı yaratan tanrı veya tanrıların dünya üzerindeki bir zorbalık ve yozlaşmadan bahsettikleri, ve Gılgameş metninde de yok edilen ve suların yuttuğu bir ülkeden bahsediyor. Çanak gibi kırıp dökülen bir ülke...

Atlantisliler kimdi? Ve Tufanın nedeni bir savaşmıydı?

Buraya kadar tufanın oluşumu ile ilgili Tevrat ve Gılgameş metinlerinde Tufan’ın anlatılışını ve birbirleriyle benzerliğini ortaya koymaya çalıştık. Peki tüm bu olayların kaynağı olan Atlantisliler kimdi? Ve bu tufana neden olan, tanrıların bunu yapmasına neden olacak şey neydi? Gelin şimdi de bunun yanıtını bulmaya çalışalım.

Zecheria Sitchin , Yakın Doğu Tarihi ve Arkeoloji uzmanıdır. Eski Ahit ( Tevrat ve Zebur ) , Sami ve Avrupa dilleri , modern ve eski İbrani dili konularında eğitim almış ve Londra İktisadi ve Siyasal Bilimler Okulunda öğrenim gördükten sonra Londra Üniversitesinden mezun olmuştur. Uzun yıllar gazetecilik ve yazarlıkta yapmıştır. Sümer dilini anlayan ve okuyan nadir bilginlerden biridir. Yeni çalışmaları Yakın Doğudaki Eski Uygarlıklar tarafından yazılan kil tablet metinlerle ilgilidir. Sitchin'in "Dünya Kronolojisi" adlı kitap serisi Mitolojinin kökeni olarak kabul edilebilir. Hayal ürünü olmasıda, kolaylıkla çürütülemeyecek geçerli ve sağlam kaynaklara dayanıyor olmasından dolayıda mümkün görünmemekte. Sitchin antik bilginin dünyaya ANNUNNAKİ - Göklerden Dünyaya Gelen tarafından getirildiğini öne sürerken, İlk kitabı olan "12. Gezegen" de Güneş sistemindeki kayıp Gezegen olasılığından söz eder ve bu gezegenden dünyaya yarım milyon yıl önce gelen halkın kutsal kitaplarda anlatılan olaylara neden olduğunu belirtmektedir. Tevrat'ın "Genesis" (Başlangıç, yaratılış) bölümünün 6. bölümünde adları geçen ve Tufan dan önce insan oğullarının kızlarıyla evlenen "Nefilimler" in 12.ci Gezegenden geldiği yazar.

Yazarın anlatısına gore dünya kronolojisindeki en eski birkaç tarih ve olayları yazacak olursak:

450.000 YIL ÖNCE : Güneş Sistemimize uzak bir gezegen olan Nibiru ( Marduk ) gezegeninin atmosferinin bozulması nedeniyle yaşam sönmeye başlar , Gezegen de Anunnakiler ( Nefilimler ) yaşamaktadır. Hükümdar Alalu , Annu tarafından tahtından indirilir. Alalu , Uzay gemisinden kaçar ve Dünyada sığınacak bir yer bulur. Dünyanın içine sahip olmuştur ve Nibiru'nun atmosferini korumak için altın gerektiğini keşfeder ama altın Nibiru'da yoktur.

445.000 YIL ÖNCE : Annu'nun oğlu Enki öncülük yapar. Böylece Basra Körfezi sularından altın çıkarmak için Dünya üzerinde bir istasyon kurar.

430.000 YIL ÖNCE : Büyük buz tabakaları çekilmeye başladı. Yakın Doğu'da yaşanabilir bir iklim.

416.000 YIL ÖNCE : Altın üretimi azaldığında Annu yakın mirasçısı Enlil ile beraber Dünyaya iner. Yaşam için gerekli olan altını Güney Afrika dan çıkarmaya karar verilir. Enlil Dünya görevinin komutanıdır. Enki , Afrika ya gönderilir ve Anu , Alalu'nun erkek torunu tarafından düelloya davet edilir.

400.000 YIL ÖNCE : Güney Mezopotamya'da görevli 7 yerleşim merkezi vardır ; metalurji merkezi ( Shuruppak ) , görev kontrol merkezi ( Nippur )ve bir roket alanı Dlan ( Sippar ) bunların önemlileridir. Toplanan saf maden Igigi tarafından yönetilen yörüngecilere yani yukarıya gönderilir. Orada da Nibiru'dan belirli zamanlarda gelen uzay gemilerine nakledilir.

380.000 YIL ÖNCE : Alalu'nun erkek torunu , Igigi'nin desteğini kazanır ve Dünyayı ele geçirmeye çalışır.

300.000 YIL ÖNCE : İşler altın kazıcılarının ayaklanmaları ile karışır. Maymun kadınlar kullanılarak Enki ve Ninhursag ilk işçileri yaratırlar. Sonra bu işçiler idareyi ele alırlar. Enlil , bir baskın yapar , bazı işçileri kaçırır ve Mezopotamya'daki Edin'e verir. Onlara üreme yeteneği verilir ve insan çoğalmaya başlar.

250.000 YIL ÖNCE : "İlk Homo Sapiens" ler çoğalır ve diğer kıtalara yayılırlar.

200.000 YIL ÖNCE : Yeni Buz Çağı döneminde dünyadaki yaşam azalır.

100.000 YIL ÖNCE : İklim yeniden ılımanlaşır.. Anunnakiler ( Nefilimler ) insan kızları ile evlenirler.

77.000 YIL ÖNCE : İlahi ebeveyn sahibi bir insan olan Ubartutu/ Lamek, Ninhursag'ın koruması altında Şuruppak'ta hüküm sürmeye başlar.

75.000 YIL ÖNCE : Yeni bir Buz Çağı başlar. Gerileyen insan türleri , Dünya ya dağılır.

49.000 YIL ÖNCE : Enki ve Ninhursag , Anunnaki soyunun insanları Shuruppak'da yönetmek için geliştirilirler. Enlil onları kızdırır.

38.000 YIL ÖNCE : Buzul çağı insanoğlunu kırmaya başlar. Avrupa'nın Neanderthal adamı ortada kaybolur, sadece (Yakın Doğu'da bulunan) Cro-Magnon adamı hayatta kalır. İnsanlıktan hoşnut olmayan Enlil onu ortadan kaldırmayı hedefler.

Görüldüğü gibi Marduk’tan gelen Anunnakiler arasında başından beri anlaşmazlıklar vardır. Ve bu dünya üzerindeki insanlarında belirli bir kısmını kapsayan ayaklanmalara dahi neden olur. Ve en sonunda M.Ö. 49000 yılları civarında bu Shuruppak isimli kentte tam bir ayrılık noktası haline gelir. Shuruppak olarak adlandılan yer acaba Atlantis olabilirmi? Ama burada dikkat çeken bir diğer ve Atlantis'in yok oluşu ile ilgili doğrudan ilintili nokta ise Atlantis'in veya Shuruppak'ın bir buzul çağı kenti oluşudur. Bunu 3.cü bölümde ayrıntılı bir biçimde ele alacağız.

Zecharia Sitchin'e yorumuna insan maymun-insandan Anunnaki genleride kullanılarak, genetik olarak üretilmiş Homo-Sapiens'ti. Anunnaki işçilerinin madenlerde çalışmaya karşı isyanıyla bunu yapmaya karar veren Anunnakiler, maymun-adamı genetik olarak geliştirerek bugünkü modern insanı yarattılar. Ve çeşitli metinlerden, insanın yaratılışının Anunnakiler arasında bir gedik açtığı sonucuna varmak mümkün. En azından ilk ilkel işçiler Madenlerle sınırlıydılar. Ve sonuç olarak, Sümer'de ağır işlerde çalışan Anunnakiler, bu yeni insan gücünden yararlanamıyordu.

“BİMİNİ ADASI, ATLANTİS VE DÜNYAYI BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKE” başlığı altındaki yazıda Prof. R.N. Hernandez ve Andromeda takımyıldızından gelen ziyaretçi arasında tam bununla örtüşen bir konuşma geçmektedir, kısa kısa birkaç alıntı yapacak olursak :

“Atlantisliler, güneş sisteminin Maldek denen gezegeninden gelmişlerdi. (Bugün orası astroid kuşağı olarak biliniyor.) Bu gezegen , SİON'dan gelen ve bilimsel ilerlemeleri nedeniyle büyük güç kazanmış varlıkların sığınağı olmuştu. Neyse, günün birinde, bilim adamları kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler ve bazıları Dünya'ya göç ettiler. O zamanlar, dünya , güneş sisteminin dördüncü gezegeniydi. Bu sömürgeciler, dünyanın, burada eskiden beri oturan diğer sakinleri için çekilmez hale geldiler ; çünkü , gelişmiş silahlarıyla onları tehdit ederek küçük uluslara boyun eğdiriyor ., sapık amaçlarını ve egemenliklerini bu silahlarla gerçekleştiriyorlardı. ”

Bilginler tarafından "Kazmalar Miti" diye adlandırılan akıl karıştırıcı bir metin , aslında Enlil'in komutası altında Sümer'de oturan Anunnakilerin Kara-Başlı Halktan kendilerine düşen payı aldığı sıradaki olayların kaydıdır.

"Normal düzeni " yeniden sağlamak için Enlil "gök" (On ikinci gezegen veya uzay gemileri) ve Dünya arasındaki temasları kesmek gibi aşırı çarelere başvurdu ve "etin filiz verdiği" yere karşı şiddet kullanmaya girişti.

" Efendi

Ortaya çıkmasına sebep olduğu şey uygundur.

Efendi Enlil,

Kararları değiştirilemez,

Gök'ü Yer'den ayırmakta hakikaten hızlıydı

Böylece yaratılmış Olanlar hasıl olabilirdi.

Gök'ü Yer'den ayırmakta gerçekten hızlıydı.

"Gök-Yer Bağı"nda bir kes**k açtı,

Böylece Yaratılmış olanlar

Etin-Filiz-Verdiği-Yer'den hasıl olabilsin. "

"Kazma ve Sepet Diyarı"na karşı Enlil AL.A.Nİ ("güç üreten balta") adında harika bir silah geliştirdi. Bu silahın büyük duvarlara saldırabilen ve yıkabilen "tek boynuzlu öküz gibi" bir "dişi" vardı. Tüm tariflere bakılırsa bu, önündeki herşeyi ezen buldozer gibi bir aracına üstüne yerleştirilmiş kocaman bir motorlu matkap idi:

"Efendiye isyan eden ev

Efendiye boyun eğmeyen ev

Al.A.Nİ onu Efendiye boyun eğdirtti

Kötünün... Bitkisinin başlarını ezer;

Köklerini söker, başını koparır. "

"Efendi AL.A.Nİ'yi çağırttı, emirlerini verdi,

Toprak Yaranı bir taç gibi başına koydu,

Ve onu Etin-Filiz-Verdiği-Yer'e sürdü.

Delikte bir adamın başı vardı;

Halk yerden Enlil'e doğru koşuyordu.

Hızla Kara-Başlı Olanları taradı gözleri"

Bu metinlerdende anlaşılacağı gibi Anunnakiler arasında da bir ayrılık oluşmuş ve metinlerden çıkardığımız manaya göre birbirleriyle ve insanlarla bir savaş başlamıştır. Ve bu ayrılıklar Nuh'a bir gemi yapması söylendiği o büyük Tufana dek sürmüş anlaşılan. Nuh gemiyi hazırlar ve kendisine gelecek olan işareti bekler bu Şamaş idi, yani ateşli roketlerden sorumlu ilah tarafından saptanacak "belirli bir zaman" da. Enki'nin emri şuydu:

"Şafak vakti bir titreme emreden Şamaş

bir patlamalar sağnağını indirdiğinde-

gemiye bin, girişi de kapa!"

Zecharia Sitchin'in yorum ve tercümesiyle , Şamaş tarafından bir uzay roketinin ateşlenişi olduğu anlaşılan bu sinyal ile Utnapiştim (Nuh) 'in gemiye bindi....

Şimdi birde savaş anına dönelim,

“suları göğüsleyen engelleri yıktı. Savaş tanrısı Ninurta, her şeyi yerle bir etti. Cehennemin yedi yargıcı, Anunnaki, meşalelerini kaldırıp ülkeyi kurşunsu alevlere boğdular. Fırtına tanrısı, günışığının yerine karanlığı koydu; ülkeyi bir çanak gibi kırıp döktü, umarsızlığın getirdiği bitkinlik gökkubbeye yükseldi. Bütün gün bora azıttı durdu.”

Gılgameş metninde geçen bu kısım acaba, yok edilen ve suların kapladığı bir ülkedenmi bahsediliyor. Buradaki yok edilen ülke bir savaşın sonucundamı yok edildi? Ve bu yok ediliş tüm dünyayı sarsacak niteliktemiydi?

Plato’nun Timaeus diyaloğunda da bir savaştan ve bu savaş sırasında ortaya çıkan görülmemiş su baskınlarından bahsediyor. Ve savaşanların yer tarafından yutulduğunu anlatıyor. Aşağıda bu metnin ingilizce orjinalini ve tercümesini okuyabilirsiniz.

"At a later time [after beginning of war between Atlanteans and Athenians] there were earthquakes and floods of extraordinary violence, and in a single dreadful day and night all your fighting men were swallowed up by the earth, and the island of Atlantis was similarly swallowed up by the sea and vanished..." Timaeus (İngilizce)

“Uzun bir sure sonra (Atlantisliler ve Atinalılar arasındaki savaşın başlamasından sonra) orada depremler ve görülmemiş şiddette seller yaşandı ve tek bir korkunç gündüz ve gece tüm savaşanlar yer tarafından yutuldular, ve Atlantis adası da aynı şekilde deniz tarafından yutuldu ve yokoldu.” Timaeus diyaloğu.

Fakat metinde de dikkatinizi çekeceği gibi tekil değil çoğul kelimeler kullanılmış deprem ve su seller için. Bu da tufanın birden fazla gün sürdüğü ama Atlantis’in tek bir gün içerisinde battığı sonucunu çıkarmamıza neden olacaktır. Ve bu gerçekleşirken birde savaş yaşanmaktadır. “BİMİNİ ADASI, ATLANTİS VE DÜNYAYI BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKE” başlığı altındaki yazıda Prof. R.N. Hernandez ve Andromeda takımyıldızından gelen ziyaretçi arasında bununla da örtüşen bir konuşma geçmektedir.

“bir gece, deniz, Atlantis dediğiniz kenti tümüyle yutuverdi. Bu büyük karanın orta yerinde yaşayanlar, kara ikiye bölününce boğuldular.”

Görüldüğü gibi Zecharia Sitchin’in sümer metinlerine dayanarak oluşturduğu bu kronolojide M.Ö. 75000 yıllarında dünyada bir buz çağı başlamıştır ve M.Ö. 49000 yıllarında da öncede bir şekilde Annunnaki soyundan insanların kurduğu Shuruppak kentindekilerle Enlil’in arasında bir anlaşmazlık oluşur. Ve 13000 yıl öncede büyük bir savaşın sonucu olarak tufan yaşanmıştır. Tekvin, Plato , Sümer metinleri ve Gılgamış destanı aynı ortak noktada buluşuyor :

Yok edilen bir ülke ! Peki savaşın nedeni yani Tanrıları anlaşmazlığa düşüren neden neydi? Ve Atlantis'i nasıl bir güç yok etmiş olabilirdi? Prof R. N. Hernandezle , ziyaretçi arasında geçen konuşmada bir sebep bulabiliyoruz,

“Dünyalılar bu silahı, gece gündüz koruma altında tuttukları, devasa bir piramidin içine sakladılar. Bunu gören Maldekliler savaş ilan ettiler. Bu savaş bir yıl kadar sürdü. Bu, eşit iki güç arasında yapılan, zor ve güçlü bir karşılaşmaydı.”

“Bu enerji kaybının farkına varan bilim adamları, bir gece, Dünyalılar'ın bu saldırganlığını ve gücünü oluşturan silahı yok etmeye karar verdiler. Maldek laboratuvarlarından yayınlanan güçlü bir ışın, o büyük kentin üzerine düşerek, kıtayı ikiye böldü. Bu ışın, dünyanın büyük bir bölümünün bir uçurum gibi açılmasına neden olmuştu ve aynı gece , tüm Atlantis kenti sulara gömüldü. Diğer, daha küçük kentler, büyük bir su baskınının karaları kaplayacağı konusunda uyarılmışlardı; bunların bazıları yine Maldek bilim adamlarının yardımıyla, insanların tahliyesiyle ilgili gerekli önlemleri alabildiler.İkiye bölünen büyük kara parçası parçalandı, yavaş yavaş sulara gömülen kısımlarında, birçok masum insan da öldü. Kalan parçaların biri batıya, biri de doğuya doğru savruldu. Dünyanın manyetik kutbu kayboldu. O zamandan beri de olması gereken yerde değildir.Dünyanız yörüngesini değiştirdi; bu çatışmalardan haberleri dahi olmayan suçsuz uluslar tufanda yok oldular.

İşaretli kısımda bahsedilen ve uyarılan insanlar Nuh peygamber mi acaba? Birde Zecharia Sitchin’in kronolojisindeki ilginç bir saptamaya bakalım,

13.000 YIL ÖNCE : Nibiru yolculuğu hatırlanır , bir nedenle Enlil insanları yok etmeye karar verir. Büyük Tufanı başlatacak olan Enlil , insanlığı tehtit eden felaketin sırrını koruyacağına dair Anunnaki'de yaşayanlara yemin ettirir.

Burada bahsedilen ve korunacağına ait yemin edilen sır, savaşa neden olan sepebmiydi? Belkide Prof R.N. Hernandez’in uzaylıyla konuşmasında bahsedilen anti-madde silahıydı?

Ama sebep her ne olursa olsun, Anunnakiden gelen ve belkide onlara katılan başka ırklardan kişilerinde oluşturduğu Atlantis , bir sebepten Anunnakilerle savaşa girmiş ve insanların belli bir kısmıda bu savaşa destek vermiş görünüyor. Bu savaşı Atlantis’in ve dünya üzerindeki insan yaşamının bitmesi pahasına da olsa bitirme isteği , Nuh tufanına neden olmuş.

Peki dünyadaki karasal yaşamın %90’ını yok etme pahasına , uğruna savaşılan ve imha edilen ne olabilir? Çünkü hangi sebeple olursa olsun, bu derece gelişmiş, medeniyette son derece ilerlemiş bir ırkın bir gezegen üzerindeki yaşamı yok edebilecek bir karar vermesi gayet mantıksız. Hele hele , bugünkü dünya düzeninde , güç ve para için herşeyi yapabilecek ülke ve insanların olduğu bir yaşamda bile bizim bu noktaya gelmediğimizi düşünürsek, 450,000 yıl önce gezegenler arası seyehat yapabilen bir ırk için çok uzak bir durum.


KAYNAKLAR : 12. Gezegen: ( Zecharia Sitchin), Yıldızlardan Gelen Tanrılar: (Selman Gerçeksever ), Kozmik Tohum ( Zecharia Sitchin), Andromeda'dan gelen UFO (Yrb. Wendelle C. Stevens & Zitha Rodriguez Montiel) , "Timaeus" and "Cities" Plato

Güneşteki büyük patlama volkanı harekete geçirdi:

Biyofizikçi Dieter Broers, İzlanda'daki yanardağ patlamadan birgün önce NASA'nın çektiği görüntülerde Güneş'te son 15 yıldan bu yana en büyük patlamaların gerçekleştiğini belirtti. Broers'e göre, 2012 yılında dünya güneşteki mega patlamaların etkisine girecek.

Maya Takvimi'nin sonuna geldik:

2012 yılında 5 bin 125 yıllık Maya takviminin sonu gelecek. Bu dünyanın sonu anlamına geliyor. Maya uzmanı Walter-Jörg Langbein, "Belki bizim sonumuz da daha önce yok olmakla karşı karşıya kalan yüksek kültürler gibi olacak" dedi.

Şiddetli bir patlamanın başlangıcı:

215 milyon yıl önce dev bir volkan yeryüzündeki canlıların yüzde 90'ını yok etti. Yazar Maarten Keulemans, "İzlanda'daki yanardağ dev bir patlamanın sadece başlangıcı" dedi.

Galaktik Altdünyanın Altıncı Gecesinin Başlangıcı, 8 Kasım 2009

Galaktik Altdünyanın altıncı gecesinin (8 Kasım 2009 – 2 Kasım 2010) detaylarına girmeden önce Maya takvimini anlamaya dair bazı temel noktaları açıklamam gerektiğini düşünüyorum, çünkü bu konudaki mevcut görüşler birbirinden çok farklı olabiliyorlar. Mesela Maya takviminin bitiş tarihinin sadece eski bir döngünün sonu ve yeni bir döngünün başlangıcı olduğuna inananlar var. Ben ise bir döngünün basitçe tekrar etmesinden çok daha büyük bir şeye yaklaştığımızı düşünüyorum. Kozmik planın dokuz evrimsel seviyesinin eşzamanlı bir şekilde tamamlanacağı zaman noktasına doğru ilerlediğimizi gösteren karşı konulamaz miktarda kanıt vardır. Bu kadim zamanlardan kalan ve son tarihte ne olacağını açıklayan tek Maya yazıtı olan Tortuguero anıtı ile tutarlıdır. Buna göre biz yeni bir döngünün başlangıcına veya yeni bir değişime yaklaşmıyoruz, aksine tüm değişimlerin sonuna, tüm evrimin sadece onun için bir hazırlık olduğu, bizi adım adım yükselttiği bir noktaya doğru yaklaşıyoruz. Tüm değişimlerin sonu ile uyumlu ve sonsuz barışın hüküm sürdüğü bir Dünyanın temeli, ancak böyle makul olarak atılabilir.

Başka bir deyişle, şu anda olmak üzere olan, evren tarihinde daha önce hiç olmamış olan bir şey olacak. Belki de bu, nedeni kısmen bilinemez olan ve şu anda geniş kitlelerdeki insanları yönettiğine inandığım, giderek artan inkâr etme davranışına neden oluyor. Sosyo ekonomik ilişkilerimizdeki devasa değişimler ile yüzleşmek yerine (insan bilincindeki herhangi bir değişim ilişkilerimizdeki bir değişim anlamına da geleceğinden) pek çok insan belirli bir tarihte sözüm ona gerçekleşecek olan fiziksel veya astronomik bir olayı hayal etmeyi tercih ediyorlar. Gerçekte Maya takvimi tek bir günde olacak olan bir olayla ilgili değildir, aksine bilinçte değişimler yaratan takvimsel enerjiler arasındaki kuantum sıçramalarının tanımlandığı bir ilahi planın tarifidir. İnsan bilinci bu plana uygun olarak yaratılış sürecinin gerçek son tarihi olan 28 Ekim 2011’e gelene kadar adım adım dönüşmeye devam edecektir. Bu tarihte evrenin en yüksek kuantum haline ulaşılacaktır (13.13.13.13.13.13.13.13.13 13 Ahau) ve uyumu bozan değişimler sona erecektir. Bariz bir şekilde, henüz orada değiliz.

Bu bilincin evrimi planında şimdi dokuz Altdünyadan sekizincisi olan Galaktik Altdünyanın altıncı gecesine girdik (8 Kasım 2009). Eğer benim Maya takvimini anlayışım doğru ise bu gece içerisinde insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük bilinç dönüşümüne şahit olacağız. Bunun heyecan verici yanı, yeni bir dünyanın nasıl doğacağının görece net bir resminin nihayet görünür olmasıdır. Diğer taraftan giderek netleşen başka bir şey bu doğumun çok emek isteyen bir şey olacağıdır. Bundan dolayı önümüzdeki zorlukların her ne kadar şu anda öyle gözükmese de aslında bu yeni dünyayı nasıl getirdiğini anlamak her zamankinden daha önemlidir. Eğer insanlar bu yeni dünyanın nasıl doğacağını gerçekçi bir şekilde anlarlarsa gelecek için umut duyabilirler ve bu sadece birşeylerin olacağını zannetmekten daha iyidir. Ne yazık ki Maya takvimine pek çok kafa karışıklığı egemendir ve kendini bu konuda uzman olarak tanıtan kişiler, tezahür etmekte olanın dokuz kozmik güç olduğunu belirten kadim Maya bilgisini inkâr etmektedirler. Neden yeni bir dünya doğacağının açıklaması bu dokuz kozmik gücün tezahüründe yatmaktadır.
Bu yüzden önümüzdeki dönemde ne olacağı sadece Galaktik Altdünyanın altıncı gecesi ile anlaşılamaz. Üst üste binen döngülerin kozmik evrim tasarımında en üst seviye olan dokuzuncu döngü için yaptığı hazırlık; Evrensel Altdünya (şekle bakınız) altıncı gecenin enerjisi ile beraber ele alınmalıdır. Bu üst üste binmeden ve zamanın özellikle de son Altdünya ile hızlanmasından dolayı yaklaşan dönemin, sıra dışı şekilde yoğun olması dışında enerjiler bakımından oldukça karmaşık olacağını da düşünüyorum.


Ben bu yazıyı yazarken (26 Ekim 2009) altıncı gündüzün son kısmı devam ediyor ve Galaktik Altdünyada tohumdan olgun meyveye giden süreçte altıncı gece öncesinde ki çiçeklenme sürecindeyiz. Daha önceki bir makalemde tahmin ettiğim gibi bazı ekonomistler küresel ekonomik durgunluğun (veya en kötü döneminin) sona erdiğini söylüyorlar. Ancak şu anda dünyada devam eden başka pek çok şey bunu kesinlikle yalanlıyor ve aksine bunlar benim daha önce yaptığım bir tahmin ile daha uyumlular. Bu tahminde özellikle Amerikan Dolarının değerinin düşüşünü öngörmüştüm (8 Kasım, 2009 Üstdünyalardaki enerjilerde kuantum değişiminin gerçekleştiği tarih, ancak bu yeni enerjinin dünyaya tam olarak ne zaman ineceği her zaman biraz muğlâklık içerir). Bu tahmin gecelerde, özelikle de bir Altdünyanın ikinci yarısında en azından ekonomik büyümenin yavaşlamasını getirdiği gözlemine dayanıyordu. Mesela böylesi bir yavaşlamanın önümüzdeki gecede gelişine dair bir işaret, altına yapılan hücum ve sihirli USD 1000/ons limitini geçmesi olarak görülebilir. Ayrıca bir insider trading indeksi, ABD Dolarının gerçek stok değeri hakkında bilgili insanların onun çok fazla aşırı değerli göründüğünü düşündüklerini ortaya koyuyor. En önemlisi dünyanın hemen hemen her köşesinden giderek yükselen sesler, petrodolar sisteminin değiştirilmesini ve ABD dolarının dünyanın para birimi olmaktan çıkarılmasını talep ediyorlar. Bu çeşitli göstergeler krizin bitmediğini, aksine özelikle borcu yüksek Batı için ekonomik düşüşün kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Görünen o ki yatırımcılar kâğıt ve dijital değerlerdeki varlıklardan kaçıyorlar ve bu tam da Galaktik Altdünyanın bu son safhasında beklememiz gereken bir şey. Şimdi soyut ekonomik değerlerden somut ekonomik değerlere geçişe yol açan bir bilinç dönüşümü gerçekleşiyor.


Dolayısıyla dünya ekonomisinde olanın geçici bir krizden çok daha büyük ve köklü olduğunu düşünüyorum. Gerçekleşenler Galaktik Altdünyanın getirdiği bilinç dönüşümünün direk bir sonucudur. Bana göre bilinç, öncelikle kozmosun pek çok farklı seviyesinde var olan ve bu farklı seviyelerde eşzamanlı değişimler getiren Dünya Ağacı ile ilgilidir. Bunun anlamı hayatlarımıza yeni yönler veren bilinç değişimlerinin dünyayı ve toplumun genelini de direk olarak etkilediğidir. Bilinçte bir değişim sadece kafalarımızda olan bir şey değildir ve aynı zamanda dünya ile olan ilişkimizde de gerçekleşir. Eğer bu iddia doğruysa, altıncı gecenin başlangıcı ile soyut değerlerden daha büyük bir kaçış görmeliyiz ve bu değişim batının, özellikle de dünyanın bankacılık aktivitelerinin çoğunu yöneten ve finans merkezleri olarak duran ABD ve İngiltere’nin ekonomilerini vuracaktır. Şu anda bu uluslar ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri o kadar büyük borç içinde ki ekonominde neden yeni bir düşüş olacağını açıklamaya gerek bile yoktur. İhtiyaç duyulan tek şey bir tetikleyici olaydır. Bu çöküşü ne tetiklerse tetiklesin medya bunun üzerine tüm dikkatleri çekecektir. Ancak bu çöküşün daha derin nedenleri Maya takvimi ile anlaşılabilir çünkü o insan zihninin kozmik enerjilerde ki değişimlerden nasıl etkilediğini açıklamaktadır. Maya takvimi bakış açısından ekonomik büyümenin duruşu, Maya takviminin sonu (veya yeni bir dünyanın başlangıcı diyebilirsiniz) ve ekonomik döngülerin sonuna doğru adım adım gidişi yansıtmaktadır.


Eğer ekonomik kriz yeni bir dünyayı yaratan sürecin bir parçası ise bu krizin ne kadar derin olacağını sormak yerinde olacaktır. Her ne kadar kâğıt paranın özellikle de Amerikan Dolarının değer kaybına uğrayacağı açık olsa da bunun sonuçlarının nerelere varacağı sorusunun cevabı hala bilinmemektedir. Bence bu sadece doğacak olan yeni dünyanın doğası incelendiğinde anlaşılabilir. Ancak konu buraya geldiğinde danışabileceğimiz bir Maya kaynağı yok gibi gözükmektedir. Maya kaynakları takvimin sonunda Dokuz Altdünyanın tezahür edeceğini söylemektedir ancak bundan sonra ne olacağını anlatan herhangi bir kadim yazıt yoktur. Bu kaynak eksikliğinden dolayı konuya dair bir şeyler söyleyen İncil ve Kuran gibi semavi dinlerin kaynaklarına bakmayı öneriyorum. Eğer bunları Maya takviminden anladıklarımız ile bir araya getirirsek yaklaşmakta olanın ne olduğunu anlayabileceğimizi hissediyorum.

Mesela Kuran’ın 82. Suresi 17-19 ayetlerinde şöyle yazmaktadır: “Ve Kıyamet Gününün ne olduğunu sana bildiren nedir? Evet, Kıyamet Gününün ne olduğunu nasıl anlayacaksın? Bir gündür ki o, bir ruh bir başka ruha hüküm edemeyecektir. O gün hâkimiyet yalnız Allah'ındır.” Burada anlatılan hâkimiyetin sona erişinin bir birlik bilinci ve beraberinde tüm varlığımıza ve geçmiş eylemlerimize bir saydamlık getirecek Evrensel Altdünyayı kastetmiş olabileceğini düşünüyorum. Eğer buna ciddi bakarsak insanların başkalarına hâkim olmasına yol açan tüm zincirlerin bunun öncesinde kırılması demek olduğunu görürüz. İncilin son kitabı olan Vahiyler Kitabı 21:4-5 yine doğacak olan yeni bir dünyadan bahseder: “Ve Tanrı onların gözlerinden tüm yaşları silecek; artık ne ölüm ne üzüntü, ne ağlamak ne de daha fazla acı kalacak: çünkü artık geçmiş geçmişte kalacak. Ve tahtta oturan şöyle dedi: İşte bakın her şeyi en baştan yapıyorum.” Görünüşe bakılırsa bu, yeni dünya doğmadan önce geçmişe bağlı tüm zincirlerin kırılması gerektiği anlamına geliyor. Toparlamak gerekirse, yeni bir dünyanın doğması için öncelikle kendimizi geçmişin zincirlerinden ve aynı zamanda diğer insanlarla aramızda ki zincirlerden kurtarmalıyız.


Bazıları için bu değişimler o kadar büyük gözükebilir ki dünyayı alt üst edecek bu değişimleri hayal etmektense dünyanın sonunu hayal etmek daha kolay gelecektir. Ve kesinlikle bugün güç sahibi olan çok fazla sayıda insan da yaklaşmakta olan eşitlik ve uyum getirecek değişimleri görmek istemiyorlar. Ve bunlar ekonomik çöküşün ne kadar zor olacağı hakkında bir bilgi veriyor. Mesela para tamamıyla yok mu olacak? Bence para dünyayı artık geçmişe zincirleyemeyecek kadar ortadan kalkacak. Pratikte karlı yatırımları düşünmek anlamsız olacak çünkü doğan yeni dünya soyut değerlerin biriktirilmesine dayalı bir büyüme ekonomisi olmayacak. Yeni dünya aslında daha çok paylaşıma ve toplumun tüm üyelerine iyi bakmaya odaklı olacak. Bu Evrensel Altdünyanın getireceği ve pek çok zorluk ve karışıklıktan sonra oturacak olan birlik bilinci ile gelecek. Daha acil olan altıncı gece zaman diliminde ise bu dönüşümün pratik ifadeleri sınanmalı ve uygulanmaya konulmalıdır. Bu şu anki dünyanın bakış açısından imkânsız gözükmektedir. Ancak unutmamalıyız ki sonsuza kadar aynı kalacak insan doğası diye bir şey yoktur ve gerçekliği algılamamız ve yaratmaya kadir olduğumuz şey farklı Altdünyalarda her zaman değişmektedir. Bölgesel, Ulusal, Gezegensel ve Galaktik Altdünya insanlarının yaşama bakış açısı tamamen farklıdır ve Dokuzuncu Evrensel Altdünya bilincin evriminde taç olacak adımı getirirken Evrensel İnsanoğlu ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla bu insan dünyayı daha farklı algılayacak ve öncekine kıyasla farklı nitelikler taşıyacaktır.


Peki, sonuçta kendisine bakma yetisine sahip olan, her şeyin birliğini gören ve yaratılışın tüm meyvelerini paylaşan bir insanoğlundan böylesine bir değişim pratik anlamda nasıl gelecek? Yaşam deneyimimizin böylesine bir şekilde değişmesi, bir zamanlar Berlin Duvarının yıkılmasının olduğu kadar imkânsız görülecek. Ancak Berlin Duvarının yıkılışının insan zihninde ki batı-doğu kutupluluğunun aşılmasını yansıtması gibi, özellikle batı zihninin yarattığı dâhili ve harici duvarların aşılmasının sonucu olarak yeni bir dünya doğacak. Dolayısıyla özellikle altıncı gecenin ilk yarısında dünya ekonomisi giderek yavaşlayacak ve ABD nüfusunun tüketimi, dünyanın endüstriyel motorlarının çalışmaya devam etmesini sağlayamayacak. Ve bu krizin direk olmayan etkilerinden dolayı dünyanın her bir köşesi bundan etkilenecek. Bu düşüşte pek çok insanın zihninde şafak sökecek ve eski büyüme ekonomisini canlandırmanın imkânsız olduğunu ve “eskisi gibi iş başı yapmanın” asla gerçekleşmeyeceğinin fark edileceği bir noktaya gelinecek. Bu noktada insanların gündelik hayat gerçekliğinde hayatta kalmalarını sağlamak için son derece radikal sosyo ekonomik çözümler bulmak gerekecek ve aynı zamanda bu durumu yaratanın ekonomik ilişkilerin doğası ve geçmişin ekonomik zincirleri olduğu bariz olarak ortaya çıkacak. Mesela ekonomik olarak önemli bir yere sahip ülkelerde ki nüfusun büyük bir çoğunluğunun ipoteklerini ödeyememeleri durumunda ne olacağını sormalıyız? O zaman bu insanlar geniş kitleler halinde evlerini terk edecek ve sokaklarda yaşarlarken bankalara ait olan boş evler öylesine duracaklar mı? Bu durum Detroit’in bazı araba üretim varoşlarında gerçekleşti bile. Yani bu senaryo kuramsal değildir, sınırlı bir ölçekte gerçekleşmiştir bile.

Büyük ihtimalle olacak olan, insanların evlerinde oturabilmek için bankalara ödeme yapmak zorunda kalmamaları için tüm borçların silinmesi taleplerinin yükselmesidir. Belki de bu daha büyük bir ölçekte dünyayı dengelemek adına ulusal borçların silinmesi için baskı oluşmasına yol açacaktır. Eğer borçlar üzerinde böylesine bir silinme gerçekleşirse bu aslında paranın şu anda var olan gücünü iptal etmek anlamına gelir. Bu artık geçmişin köleliği altında olmayan bir ekonomik sisteme geçiş anlamına gelir. Bu aynı zamanda para borç almaya dayalı büyüme ekonomisinde büyük bir duraklama anlamına gelecektir. Bunun yerine insanların şu andaki ihtiyaçlarının giderilmesine vurgu yapılacaktır (yani geçmişin zincirlerinin kırılmasından bahsediyoruz). Bunun elbette bir devrimden aşağı kalır bir yanı yok ve dünya ekonomileri şu anda derin bir şekilde birbirine bağlı olduğu için büyük ihtimalle dünya çapında bir devrimden bahsetmek gerekecek. Bu büyük ihtimalle ABD’den başlayıp dünyanın geri kalanına yayılacak. Dünyanın sosyo ekonomik sisteminin bu kadar devasa bir şekilde dönüşmesi büyük ihtimalle 17 Temmuz 2010 (Kozmik Kavuşum)* ve Galaktik Altdünyanın Yedinci Gündüzünün başlangıcı (3 Kasım 2010) arasında gerçekleşecek. Doğal olarak bu dünyanın özelikle Ulusal ama ayrıca Gezegensel Altdünyalardan miras aldığı tüm hâkim olmaya dayalı sistemlerin geri tepmesi olacak. Doğal olarak bu tüm sistemlerin geri tepmesi olacak. Enerji bazında konuşursak, bu 17 Temmuz – 3 Kasım 2010 arasında ki dönem, erken Evrensel Altdünya ile Galaktik Altdünyanın üst üste binmesi ile yaratılacak**. Bu devrimsel zaman aralığı yönetimsel ve ulusal otoritelerin düşüşü (sadece tek bir hükümetin değil, insanlığı Ulusal Altdünyadan miras aldığı yönetimsel otoritenin) ile sonuçlanacak. “Bir ruhun bir başka ruha hüküm edecek güce sahip olamayacağı bir zamanda” hükümetlere ve ulusal sınırlara neden ihtiyacımız olduğu sorusu ciddi şekilde sorulacaktır. Kozmik Kavuşumdan Galaktik Altdünyanın başlangıcına kadar olan bu süreç için vizyonum insanlığın yarattığı uygarlığın bütünsel bir tadilatıdır. Bu aynı zamanda bireysel boyutta da yolları seçmenin zamanıdır.

Peki, neden bu 17 Temmuz 2010 – 2 Kasım, 2010 o kadar büyük bir devrimsel bir dönüşüm getirsin? Bu döneme paralel olan iki geçmiş dönem var ki bunlar gerçekten dikkate değer. Bir tanesi 1498-1617 arasında ki Rönesans, Vatikan’ı dünyasal gücün nihai kaynağı olarak gören feodal sistemin yerini modern döneme bıraktığı dönemdi. Diğeri ise devrimsel bir demokrasi dalgası getiren (Berlin Duvarının yıkılışı dâhil olmak üzere) ve dünya yarıkürelerinin daha fazla ayrı olmaması ile sonuçlanan 1986-1992 dönemi. Bu iki devrimsel dönemin aynı zamanda maneviyatın yeni ifadelerini de getirdiğini de fark edebiliriz. Birinci dönemde Reformasyon ve ikincisinde ise Uyumlu Kavuşum*** bir şekilde günümüzün derleme (eklektik) maneviyatının başlangıç noktası oldu.


Bence bu 17 Temmuz ve 3 Kasım 2010 arasında ki devrimsel dönüşümün kanlı olup olmayacağı bir soru işaretidir. Ancak açık olan bir şey var ki insanlar ikiye bölünecekler ve ya gelen enerjilerle akmak isteyecek ve yeni bir dünya yaratmak isteyecekler ya da bunlara direnç göstererek geçmişin sistemine dönmek isteyerek ona tutunacaklar. Bu değişime insanların vereceği tepki aynı zamanda Maya takvimini ve kozmik planı nasıl anladıklarına da bağlı olacak. Şu anda sadece küçük çaplı bir insan topluluğu onun dokuz kozmik gücün tezahürü ile ilgili olan gerçek formunun farkında. İnsanların çoğunluğu ise aslında gelmekte olana dair herhangi bir bilinçli işareti asla görmeyecekler. İnsanlar bu büyük çaplı değişimlerin ilahi bir plandan kaynaklandığını ne kadar anlarlarsa o ölçüde bir manevi uyanış gerçekleşebilir. Bu olduğunda insanlar etraflarındaki değişimlere bakarken onları hâkim olan medyanın sunacağı şekilde anlamsız kaotik olaylar olarak görmeyeceklerdir.

Bütün bu olanların bilincin evrimine katılım gerektirdiğini düşündüğümüzde, insanların Maya takviminin tek bir günde olacak olan (21 Aralık 2012) “kutupların yer değiştirmesi”, “Gezegen X (Marduk)”, “dünyanın sonu” veya “bilincin değişimi” ile ilgili olduğuna inanması çok büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu özünde dinsel veya batıl inanç temeline dayanan, son derece naif bir şekilde değişimin gökten zembille ineceğine inanılan ve insanların birlik bilinci ile sonuçlanacak bir sürece aktif ve bilinçli katılımlarını yok sayan bir görüştür. Gerçekte Maya takviminin bilinçte ki ardışık değişimleri gösterdiğini kanıtlayan karşı konulamaz miktarda kanıt vardır. Bu değişimler 17 Temmuz 2010 ile daha yüksek bir frekansta tezahür etmeye başlayacakları gibi Evrensel Altdünyanın başlayacağı 8 Mart 2011ile daha da yüksek bir frekansta tezahür edeceklerdir (Çevirenin notu: Calleman ile anlaşamadığımız ender noktalardan birisi budur. Bana göre Evrensel Altdünya 11 Şubat 2011 tarihinde başlayacaktır). Ancak 28 Ekim 2011 tarihi ile beraber değişimler sona erecek ve barış milenyumuna temel olacak olan birlik bilinci oturacaktır. Bu frekans artışı aynı zamanda tüm hâkimiyet sistemlerinin tadilatının nasıl o kadar kısa sürede gerçekleşebileceğini de açıklamaktadır. Vermek istediğim bir tavsiye, etik yaşam ve hakikati söylemek dışında dokuzuncu seviye ile akarak yaşamayı da öğrenmektir. (http://mayatakvimi.blogspot.com/2009/09/999-ve-maya-takvimi.html). Irmağın ortasında ve yeni dünyanın yaratılışına odaklı kalın!

Carl Johann CallemanBerlin, 26 Ekim, 2009 (9 Lamat)

* Önce ki kitaplarımda Evrensel Altdünyanın süresi konusunda bocalamıştım ve bazen onun 260 günlük tzolkin döngüsünden ibaret olduğunu düşünürken bazı zamanlarda Galaktik Altdünyanın yirmide biri yani 13 x 18 = 234 gün oluğunu düşünmüştüm. Şimdi son dönüşüm senaryosuna yaklaştıkça Evrensel Altdünyanın 234 gün olduğu fikri üzerine daha çok eğilmeye başladım ve başlangıcını 8 Mart 2011 ve öncü Evrensel Altdünyanın başlangıcını 17 Temmuz 2010 olarak görmeye başladım. Bununla ilgili belirsizliğin nedeni her ne kadar mantıklı olan bu olsa da böylesi bir 18 günlük oxlahunkin dönemi tanımlayan bir kadim Maya kaynağının olmamasıdır. Diğer taraftan kadim Mayalar yeni bir dünyaya geçişle ilgilenmek zorunda değillerdi ve bunu görmezden gelmiş olabilirler, ancak bu bizim için hala önemli. Ancak yine de Mayaların bir döngüyü ve gerçekliğe etkisini nasıl takip ettiklerine dair elimizde bir örnek var. Bu Klasik Maya zamanında takip edilmeyen, çünkü büyük ihtimalle etkileri güçlü şekilde hissedilmeyen 13 katundan oluşan Kısa Sayımdır. Fakat daha sonraları Klasik Sonrası dönemde bu kısa sayımların etkileri o kadar güçlü oldu ki Mayalar Uzun Sayımı bırakarak takvimlerinde bunu esas almaya başladılar. Yani eğer Klasik dönemde yaşayan Mayalar takvimlerini Kısa Sayımlara dayamıyorlarsa, bu 18 günlük bir döngüyü dikkate almak için daha az nedenleri olmasından kaynaklanıyordu. Çünkü onlar için bu döngülerin etkileri ancak çok uzak bir gelecekte anlamlı olacaktı.
** Burada olan şey Tzolkin’de ki trecana ve uinal gibi Galaktik Altdünyayı 13 ve 20 ile bölerek üretilen zaman periyotlarının üst üste binmesidir. Eğer 4680 günlük Galaktik Altdünya 13’e bölünürse 360 günlük gündüzler ve geceler ortaya çıkar, ama eğer 20’e bölünürse 234 günlük dalga hareketleri ortaya çıkar.
*** 17-18 Temmuz için tarihleri verilen Kozmik Kavuşum direk olarak Uyumlu Kavuşumun direk paralelidir. Uyumlu Kavuşum Galaktik Altdünya için ne idiyse Kozmik Kavuşum Evrensel Altdünya için o olacak. Bunun anlamı Kozmik Kavuşumun 1986 yılındakine benzer şekilde, sadece politik bir dönüşüm sürecinin başlangıcı değil, aynı zamanda daha sonra Evrensel Altdünyada tam olarak tezahür edecek bir manevi uyanış rüzgârının ilk esintisini getirecek olmasıdır.

Çeviren: Fatih Keçelioğlu

Gönderen Fatih Keçelioğlu 0 yorum Bu kayda verilen bağlantılar

Cumartesi, Aralık 05, 2009

Maya Takvimi Portalı 2012’i Doğru Anlaması İçin Hollywood’a Çağrıda Bulundu

Dünyanın en büyük Maya Takvimi web portalı, dünya çapında ki “2012” izleyicilerine filmin sunduğu kıyamet ve dünyanın sonu mesajları yerine olumlu bir mesaj veriyor.

Roland Emmerich'in özel efektlerle dolu yapımı 2012 insanlığın binyıldır süren Dünyanın Sonu yarışında son dönemeci dönmesini sağladı. Ama pek çok insan için bu yarış yanlış bir yöne doğru yapılıyor. 2012 fenomenine çok daha dengeli ve olumlu bir şekilde yaklaşan Maya Takvimi Portalı, Hollywood’a yaptığı çağrıda Maya Takvimi çerçevesinde yaşanan değişimlere önderlik etmesini ve modern toplum için takvimin mesajını doğru ulaştırmasını istiyor.

Mayalarla ilgili ve büyük bütçeli bir diğer film olan Mel Gibson'un Apocalypto’su (2006) ile karşılaştırıldığında, 2012 filmi bu kadim kültürün bize bıraktıkları ile ilgili olarak çok daha büyük bir yanlış yorumlama hatasına düşüyor. Bu sefer Maya takvimine yapılan tacizin altında yatan dini bir motivasyon değil, sadece kitlelerin eğlenmesi ve gişe hâsılatı elde etmek. Ve 2012 tsunamisini yaratan sayısız hayatta kalma web sitesi guruları ve hatta evinizin altında konserve besinlerden hayatta kalma setlerine kadar donanımlı sığınaklar kuran emlakçılara kadar gidiyor.

"Türkiye ve Dünya’da GDO’lu gıdalar, demokratik açılımlar, küresel ısınma gibi bu kadar çok ciddi ve önemli mesele varken bu kadar gereksiz korku yaratmaya gerek yok,” diyor Maya takvimi araştırmacısı ve Maya Takvimi Portalı Blog yazarı Fatih Keçelioğlu. "İnsanlar sürekli olarak gelecek endişesi içinde olmaktan tükenmek üzereler; neden onlara bekleyecekleri olumlu bir gelecek sunmayalım ki? Hem de aynı maliyete," diyor Maya Takvimi Portalı Prodüktörü Birgitte Rasine.

Yüksek gişe hâsılatına rağmen izleyiciler o kadar da çok etkilenmiş değiller; bazıları filmi boykot ediyorlar. Maya Takvimi Portalı yoğun bir web trafiğine maruz kalıyor, gelen e-postalar ve sosyal medya platformunda ki takipçileri 2012 fenomeni ve Maya Takvimi ile ilgili objektif bilgi arıyorlar. Film eleştirileri yağmur gibi yağıyor ve insanlar SONY Pictures ve yönetmenden devasa prodüksiyon ve pazarlama kaynaklarını anlamsız tahribat yerine dünyanın yaşadığı çok daha geniş dramayı anlatmak için kullanmalarını ve en azından Maya takvimin anlamını isabetli bir şekilde anlatmalarını istiyor. İzleyici yorumları http://www.maya-portal.net/reviews/2012 adresinde görülebilir.

Stetson Üniversitesi Latin Amerika Çalışmaları Program Yöneticisi Robert Sitler, filmi eleştirirken "Maya’nın yanlış yorumlanması 2012 fenomeni ile uç noktasına vardı ve artık Maya Uzun Sayım takviminin 21 Aralık 2012 tarihi etrafında hızla büyüyen bir sosyal hareket var. Etkileyici bilgisayar yapımı kıyamet görüntüleri ile “2012” filmi daha önce yaşanan Y2K fenomenine göre bu sıra dışı tarihe şüphesiz çok daha büyük bir ilgi çekecek. Ne yazık ki film bu tarihin önemine dair kafa karıştırıcı yanlış bilgiler yığınına katkı yapmaktan öteye gidemiyor," dedi. "Gelecekle ilgili olarak korku yaratmak sorumsuzluktur," diyor Maya uzmanı ve yazar Dr. Carl Johan Calleman. "Maya takviminde asıl olan gelecek için bir umut ve daha iyi veya yenilenmiş bir dünya vardır, bir kıyamet değil."

Maya takvimine adanmış önemli bir site olan Mayan Majix’in yöneticisi, Michael Shore "Maya Takvimini kıyamet gününe denk tutan '2012' kutsal Maya takviminin anlamını bozuyor ve saptırıyor. Maya takviminin gerçek anlamı dönüşümle ilgilidir, dünyanın sonuyla ilgili değil," diyor.

Bugün yaşayan Mayalar ise dikkat çekici bir şekilde sessizler ve Hollywood'un pazarlama gücü ile savaşmaktansa kendi işlerine bakıyorlar. Mayayı temsil eden ve resmi bir hükümete tayin edilmiş tek Yerli Halklar Elçisi olan, Guatemala Ulusal Maya Konsülü Lideri Don Alejandro Cirilo Perez Oxlaj, insanlarının batının inatla yapıştığı dünyanın sonu kavramına ne kadar şüpheyle baktıklarını sürekli olarak belirtiyor. Maya’lar için 5,125 yıllık Uzun Sayım döngüsünün sonu, sadece bir sonrakinin başlangıcı demek: 2012’de dünya dördüncü Güneşten beşinci Güneşe geçecek ve pek çok insana göre bunun anlamı daha yüksek bir bilince atılan evrimsel bir adım, yani “çağların değişimi”.

Bugünlerde gelen haberlere göre Bay Emmerich 2012 sonrası dünyayı anlatan bir televizyon dizisi yapmayı planlıyor. O ve stüdyosu Maya Takvimi Portalı tarafından desteklenen uluslar arası topluluğun uzmanlığından ve gönüllü işbirliğinden çok iyi faydalanabilir.

Maya Takvimi Portalı Nedir?
Maya Takvimi Portalı Maya Takvimine adanmış dünyanın en aktif web portalıdır. LUCITÀ tarafından bağımsız olarak kurulan ve desteklenen Portal, Maya Takvimi hakkında bilgiler içerir, sosyal medya platformu ile kişiler ve işletmeler için günlük Tzolkin enerjilerini yayınlar, Maya Takvimi ile uğraşan yazarlar ve diğer kişilerin bloglarını sunar, çatısı altında ki topluluklardan fotoğraf, sanat, müzik ve videolar yayınlar. Maya Takviminin modern toplumda oynadığı rolle ilgili olarak çok geniş bir yelpazeden seslere yer veren bir platformdur. Maya Takvimi Portalı ile ilgili daha fazla bilgi için lütfen http://www.maya-portal.net/ adresini ziyaret ediniz.

Gönderen Fatih Keçelioğlu 2 yorum Bu kayda verilen bağlantılar

Salı, Kasım 10, 2009

Hopi Halkından Sözler

Mayalara yakın bir uygarlık olarak bilinen Hopilerin de yaşadığımız zamanlar için kehanetleri var. Konferanslarımda gelen talepler doğrultusunda bu sözleri paylaşıyorum.


Çok hızlı akan bir ırmak var
Bu akış o kadar vahşi ki korkanlar olacak
Onlar ırmağın kenarına tutunmak isteyecekler
Yerlerinden koparılıyor gibi hissedecekler
Ve çok acı çekecekler
Bilin ki ırmağın bir hedefi var
Atalarımız ırmağın kenarını bırakmamız gerektiğini söyler
Ve ırmağın ortasına dalmamız gerektiğini
Ben derim ki bak orada kim var ve buna sevin
Tarihin bu noktasında hiçbirşeyi kişisel almamalıyız
Şu an ruhsal gelişimimiz tamamlanıyor
Yalnız kurdun zamanı bitti
Bu gece olduğu gibi biraraya gelin
Ve mücadele kelimesini sözlüklerinizden çıkarın
Yaptığımız herşey kutsal bir tavır ile yapılmalı
Ve kutlama içinde
Beklediğimiz insanlar biziz
Ahoy!

Gönderen Fatih Keçelioğlu 0 yorum Bu kayda verilen bağlantılar

Perşembe, Kasım 05, 2009

Yeni bir dünya yaratmak bizim elimizde

Dünya 21 Aralık 2012 tarihine kitlendi bekliyor. Herkes birbirine kendi felaket senaryolarını anlatıyor. Dilden dile dolanıyor hikayeler. Korku bilinci her geçen gün daha da yayılıyor. Tam da bu korkularımıza tuz biber ekecek bir film bu ay vizyona giriyor. Fragmanı bile midenize sancılar girmesi için yeterli, sonuna kadar izleyebilir misiniz bilmiyorum. Bunlar senaryonun ön yüzü. Bir de buz dağının görünmeyen tarafı var; Ekolojik felaketler. Dünyayı bugüne getiren biziz farkında mıyız? Bir an önce bu sorumluluğu alıp üzerimize düşenleri yapmazsak, “Yuva” belgeselinde dediği gibi dünyanın 10 yıl sonra bütün kaynakları bitmiş olacak.Maya Takvimi uzmanı Fatih Keçelioğlu, takvimin son gününün sanılanın aksine 21 Aralık 2012 değil, asıl tarihin 28 Ekim 2011 olduğunu söylüyor. Bu tarihle birlikte insanoğlunun bilincinde büyük bir değişim başlayacağına dikkat çeken Keçelioğlu, takvime göre 8 Kasım 2009 tarihinden itibaren “6.gece” adında bir döneme girileceğini ve bu dönemin ekonomik anlamda ciddi boyutlarda bir kriz getireceğini söylüyor. Keçelioğlu’na göre bu kriz artık büyük bir dönüşüme yol açacak. Artık geri dönüş olmayacak. Yani kar amaçlı iş yapan, doğaya uyumlu çözüm üretmeyen şirketler, perma kültür ve sürdürülebilir enerji kaynaklarını kullanmayan ülkeler ne yazık ki kendi kendilerini yok edecek. Evet oldukça sancılı, büyük çöküşlerle geçecek bir dönem bekliyor bizleri. Bu süreçte hem bireysel hem de toplumsal olarak neler yapmak gerektiğini Keçelioğlu ile konuştuk. Röportajı bu ay İnfomag’da köşemde yazdım fakat bu hali daha ayrıntılı şekli olup Alternatifkarma’ya özel;

28 Ekim 2011 dünyanın sonu mudur?

Hayır değildir. Mayalar kesinlikle böyle birşeyden bahsetmiyorlar. Bunun insan psikolojisi ile ilgisi var. Ruhumuzun derinliklerinde birtakım korkular besliyoruz. Özellikle dünyanın sonuna yönelik bir korku taşıyoruz. Bu da gerçekten kolektif bilinç. 10 binlerce yıl önce felaketler yaşamışız. Şimdi onu yansıtıyoruz. “Maya takviminin sonu geliyorsa dünyanın da sonu geliyordur” diyoruz. Direkt sıradan bir insan zihninde ilk akla gelen şey bu oluyor. Dolayısıyla mayalara baktığımızda hiçbir yazıtta “dünyanın sonu geliyor hepiniz öleceksiniz” gibi bir durum yok.

Peki doğal felaketler?

Bu takvimde böyle bir bilgi yok. Bilimsel olarak da mümkün görünmüyor. Jeolojik olarak dünyanın yerkabuğu oturmuş durumda. Büyük depremler, volkan patlamaları için bir neden yok. Her kafadan bir ses çıkıyor. Her araştırmacı kendi bakış açısından bir yorum getiriyor ve bunların büyük bir kısmı belirli bir bilimsel geçerliliğe sahip olmayan teoriler. Örneğin dünyanın kutuplarının yer değiştireceği gibi. Bunu mesela galaktik hizalanma denilen bir astronomik olayla bağlıyorlar. Halbuki böyle birşey yok. Çok fazla yanıltıcı bilgi var. Ben bile bir defa da hepsini hatırlayamıyorum. Maya takvimi ile ilgili özellikle internette çok faklı kaynaklar var. Foton kuşağı, ufoların gelişi gibi teoriler var. Ben bunlara şöyle bakıyorum; İnsanlar sorumluluğu kendinde görmek istemiyor ve bir şeylere yansıtıyor. Başına kötü bir şey gelecekse, yani ya Marduk gelecek, ya galaktik hizalanma olacak ya da ufolar gelecek. Tamamen sorumluluğu uzağa atmaktır bu.

Maya takviminde dönüşüm bizimle gerçekleşecek diyor değil mi?

Evet ama bu maya takviminin belirli bir yorumu. Hocam Carl Johan Calleman’a göre maya takvimi bilincimizin nasıl dönüştüğünü anlatıyor. Bu bizim üzerimizden oluyor, bizim dışımızda bir kaynaktan değil. Bunun bir kozmolojik, spiritüel bir merkezi var ama bu direkt bizi etkiliyor. Biz de evrenin bir parçasıyız. Benim dikkat çekmek istediğim asıl konu şu; Maya takvimini bir kenara atalım. Dünya zaten çok büyük bir felaketle karşı karşıya; Ekolojik felaketler. Yuva belgeselinde en sonunda verilen bir mesaj var; İnsanlığın şu anki gidişatını değiştirmek ve dünyadaki yaşamı yoketmemem için 10 yılımız var. Yani saatli bir bomba gibiyiz. Dünya niye böyle? Bizim dünyayı kullanış şeklimizden, yemek yeme şeklimizden, tüketim alışkanlıklarımızdan, enerji tüketim alışkanlıklarımıza dayanıyor tüm felaketlerin nedeni. Dolayısıyla sorumluluk bizim elimizde. Bir şeyleri uyanıp düzeltmezsek zaten kendi sonumuzu hazırlayacağız. Bunun maya kehanetleriyle bir ilgisi yok. Para ve soyut değerler gittikçe güçlenerek kendini ön plana koyuyor. Fakat bir taraftan da son 10 yıldır alternatif bir bilinç yayılıyor. Bu bilincin bize verdiği mesaj şu; “evet böyle gidersek dünyanın sonu olacak. Basit yaşayalım, et tüketmeyelim, organik beslenelim, perma kültürle ilgilenelim ve sürdürülebilir sistemler yaratalım.” Bu çok güzel bir dalga ve buna destek verelim. Dolayısıyla iş yapış şekli de çok faydalı şekillere dönüşebilir. Basitleşmek zorunda değil ama büyük resmi görerek iş yapmak gerekiyor. Sadece ben kar edicem ve bu yumurtaları satıcam diyerek bir yumurta fabrikası kuruyor bir işadamı. Fabrikaya yem geliyor, petrol harcanıyor, yemler zaten petro-kimya endüstrisi ile ayakta kalan tarım endüstrisinin. Tavuklar kötü bir yerde yaşıyorlar. Onlardan çıkan yumurta sağlıklı değil. Onlara verilen antibiyotik te insanları zehirliyor. Böyle bir zincir oluşuyor. Ama doğa ile uyumlu, sürdürülebilir sistemler yaratılırsa, ki perma kültür bu konuda çok çığır açıcı bir yöntem, çok daha sağlıklı işler yapabiliriz. Bunu yapmak da zorundayız zaten. Artı enerji teknolojileri de çok önemli. Örneğin "Kahin" lakaplı ekonomist Nouriel Roubini diyor ki, Almanya tüm enerji kaynaklarının yüzde 30 gibi bir kısmını sürdürülebilir enerji kaynaklarından karşılıyor. ABD’de bu oran yüzde 2. Dolayısıyla Roubini, bütün bu sistemleri gözden geçirmemiz gerektiğini söylüyor. Yoksa büyük sıkıntılar yaşarız. Bu bize neyi söylüyor? Bilincimizde bir değişim oluyor ve bu her zaman kendi niyetimizle olmak zorunda değil. Bazı olaylar ve durumlar bizi ekolojik düşünmeye zorluyor. Bu da maya takviminin dinamiğinin özü. Maya takvimi diyor ki; Dünyaya bakış açımızı, dünya ile olan ilişkimizi etkileyen birtakım kozmik enerjiler var ve biz onlardan etkilenerek düşünüyoruz. Ve bu son 5 bin yılda dünyada bu şekilde bir düzen yarattık ve şimdi bu hatamızı fark edip bir alternatif yaratmaya çalışıyoruz. Bundan dolayı ortada bir gerilim var. Bu gerilim de bizi bir senteze getirecek ve orada da daha sağlıklı bakış açısına ulaşacağız. Ben pek çok spiritüalist gibi; ışık bedenlerimiz olacak, çakralarımızın hepsi açılacak, telepati yeteneğimiz gelişecek şeklinde görmüyorum. Daha ayakları yere basar bir şekilde bakıyorum olaya. Daha sosyal ve bilimsel bakıyorum. Maya takvimi bize aslında sosyo ekonomik dönüşümleri açıklıyor. Sosyo ekonomik olarak biz yeni bir düzene doğru gidiyoruz ve tabiî ki bu çok kolay olmayacak. Büyük kargaşalar, acılar, çöküşler, krizler olabilecek. Ama böyle bir bilincimiz olursa zaten başımızdan geçeni anlama şansına sahibiz. Korku ve panikle insanlar bugün eski inanca sarılmaya devam ediyorlar. Burada bir direnç var. Hopiler, mayalara yakın bir yerli kültür, diyor ki, zamanın bu aşamasında bir ırmağın kenarına tutunmamanız gerekiyor. Irmağın içine dalıp akmanız gerekiyor. Ama pek çok insan korkuyor. Korkunun ilacı bilgidir. Maya takvimi de sosyo ekonomik anlamda bizim nerden nereye gittiğimiz anlamında bize böyle bir ışık yakıyor.

Para konusunda yeni bilinç ne olacak?

Para bir soyutlama. Aslında bir kağıt parçası. Değerleri olduğu konusunda tüm insanlık hem fikir olduğu için paranın bir değeri var. Bu da bizim beynimizin sol tarafının ortaya attığı bir soyutlama. Sol beyin ben merkezli ve analiktiktir. Dünyada ulusların ortaya çıkması, toplumda hiyerarşinin ortaya çıkmasının altında yatan neden dünyaya bizim sol beyin üzerinden bakmamızdır. Buna 5 bin yıl önce başladık ve böyle bir bilinç yarattık. Şu anda olan şey ise, buna bir alternatifin doğması ve aslında her şeyin bu para sisteminden ibaret olmadığı. Biz aslında şu anda burada olanın değerli olduğunu görmeye başlayacağız çünkü öteki tarafta neye bakıyoruz; faizler, krediler, borsa sistemleri; Bunlar tamamen soyutlamaya dayalı. Bu da aslında bir taraftan insanlar arasında uçurumlar yaratıyor. Yuva filminde de gördüğümüz gibi, dünyada çok fazla sosyal göçler olacak. Sadece paradan dolayı değil, su ve yiyecek kaynaklarının tükenmesinde dolayı. Bunların altında yatan da yine o soyutlama şekli. Bizim için bir besin tüketmek ve kendi ihtiyaçlarımızı karşılamak bir kar amacı olmaya başladı. Bütün endüstriyel sistemler dünyanın dengesini bozuyor. Bunlar bize bir şekilde geri dönecek mutlaka. Böyle bir kriz yaşadığımızda düşüneceğimiz şey şu olacak; evet bu sistemleri kullanmayı bırakıp sadece şu an burada olan, doğa ile uyumlu ve dengeli olan, diğer insanları da herkesi düşünen bir ekonomik sistem yaratmak zorundayız. Bunun tam olarak nasıl olacağını bilemiyorum çünkü ekonomist değilim ama belki bugünkü para sistemi tamamen çökebilir. Yerine tamamen bambaşka bir alışveriş sistemi kurulabilir. Çok kolay olmayacak zaten çok zor ve büyük sancılar içerisinde olacak. Gerçekten dünya böyle bir yere doğru hızla gidiyor. İlerili görüşlü insanlar, iş adamları olarak şimdiden yapılabilecekleri yapmak gerek. Bu adımları atan iş adamları zaten yeni dünyada ayakta kalanlar olacak. Diğerleri büyük sıkıntılar yaşayacak.

Dönüşüm bizimle gerçekleşecekse, bireysel olarak kendimizi bu dönüşüme nasıl hazırlamalıyız?
Maya takvimi aslında şunu söylüyor; Evet bir ilahi plan var, bir yaradılış planı var. Sosyal ve bireysel hayatımız birtakım kozmik, ilahi enerjilere göre şekilleniyor ancak bu demek değil ki bizim hiçbir sorumluluğumuz yok bu olan bitende. Yüksek bir sorumluluğumuz var. Ben bir kenara çekiliyim, ne olacaksa olacak diye bir şey yok. “Bu dünya bir ilüzyondur, bu dünya yalandır, dünyadan el etek çekmeliyiz” gibi spiritüel bir algı var günümüzde. Bunun biran önce değişmesi gerek. Ruh ve madde birbirinin içindedir aslında. Biz maddesel, sosyal hayatımızı spiritüel yapmalıyız. Bu da çok fazla eylem gerektirir. Yani kendimizi pasifize etmek yerine çok daha aktif olmamız gerekiyor. Bu da aslında para dediğimiz şeyin yani madde dediğimiz şeyin de ruhsal olduğunu fark etmekte geçiyor. Onun ölü bir madde olmadığını, doğanın tanrının yansıması olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Bir ormanı 5 ton kereste olarak görüyorsak gözlerimizde o zaman orada bir sorun var. İşte bunun değişmesi gerekiyor.

Maya takviminin bilgilerine neden ihtiyacımız var? Bu bilgiler olmadan bir dönüşüm yaşanamaz mı?

Bilinçli olmamızı ve bilinçlenmemizi sağlıyor. Şöyle bir benzetme vardır; bir balık suda yüzdüğünün farkında değildir. Su ile çevrilidir ama suyu görmez. Biz de insanlık olarak bir bilinç ırmağı içinde yüzüyoruz ve bunun belirli bir akışı var. İnişleri, çıkışları, zor köşeleri, rahat yerleri var ama biz farkında değiliz. Maya takvimi bizim bunu fark etmemizi sağlıyor. Hangi dönemlerde, hangi tarihlerde, nasıl enerjiler bizim bilincimize tesir ediyor? Bunu gördüğümüz zaman kozmik planla daha uyumlu akmamızı sağlıyor.

Bu takvimdeki kehanetlerin doğruluğuna nasıl inanabiliriz? Neye dayanarak güvenerek inanabiliriz?

Ben özellikle Carl Johan Calleman’ın araştırması üzerinden maya takviminin yorumuna inanıyorum. Temel farkı; Diğer bütün araştırmalar 21 aralık 2012 tarihine kilitlenmiştir ve o tarihe kadar bizim nasıl bir bilinç dönüşümünden geçtiğimize dair bize en ufak bir bilgi sunamamaktadır. Calleman ise, öncelikle 28 ekim 2011’in son tarih olduğunu söylüyor ve bu son tarihe, yani bilincin en son aşamasına girerken kademe kademe sürekli birtakım dönüşümlerden geçtiğimizi söylüyor. Ve bu tamamıyla test edilebilir bir yöntem. Biz şu anda 6. gündüzü yaşıyoruz ve 6. gece başlayacak. 6. gece başladığında (8 Kasım 2009) büyük ekonomik sıkıntılar tekrar başlayacak. Daha ciddi bir kriz, daha derin bir dönüşüm yaşayacağımızı gösteriyor. 3 Kasım 2010’a kadar sürecek. Ama zaten hiç geri gidiş olamayacak. Bilinç hep dönüşecek. Belki geçen yılki ekonomik krizden daha derin bir kriz yaşayabiliriz. Calleman medyum değil. Sosyolojik, bilimsel bir araştırma yapıyor. Tabiî ki sezgilerini de işin içine katıyor. Geri gelirsek, 5. geceyi yaşadık 2008’de, bu piramidin sadece 8. katının 5. gecesidir. 1999’dan başlayarak dünyaya yeni bir farkındalık getiren bir bilinç katı bu. Piramidin bir alt katında gece ve gündüzler yirmişer yıl sürüyordü. Bu beşinci gece denilen süreç 1932-1952 arasında yaşandı. Büyük buhran 1929 da yaşandı; Hitler, 2.Dünya Savaşı’nın yaşandığı dönem olan bu 5. gece zaten en karanlık gece olarak biliniyor. En büyük yıkımı getiren, eski bilincin ölümünü sağlayan. Yani 2008’de yine aynı dönem; 5.gece bittiğinde Obama seçildi. 6.gündüz başladı. Kriz yavaşladı. Ancak yeni bir dünya yaratacaksak o zaman bizim bu sistemi değiştirmemiz gerekiyor. Gecelerde ekonomik krizler, gündüzler de rahatlama oluyor. Ama artık rahatlama olmayacak artık bu anlamda sona geldik. “Krizi atlatalım yine eski düzen gelecek” diye bir şey olmayacak. Besin, petrol, madenler sonsuz değil. Parmak çıtlatmasıyla yaratılmıyor.

Özgür insanın doğumu nasıl olacak?

İnsan hakikate ulaşamıyor. Ruhun hakikatinden tutun sosyal hakikate. İçtiğimiz su sağlıklı mı, yediklerimiz sağlıklı mı bunu bilmiyoruz. Sürekli bir toplumsal hipnoz var. İnsanların sürekli kendi güçlerinden uzaklaştırıldıkları bir hipnoz bu. İlginç bir örnek var buna; Bu ay yine tam 6. gece başlarken bir film gösterimi giriyor 2012 ile ilgili. Bu film örneğin insanların tamamen korkmasını sağlayacak bir film. Ne işe yarıyor bu tür mesajlar? İnsanlar özgürlüklerinden ödün veriyorlar, korkmaya başlıyorlar ve kendi merkezlerinden çıkıyorlar. Yeni insanın doğuşu, bize gelen bu tür mesajları kendi filtremizden geçirerek olayın hakikatine uyanmamızla gerçekleşecek. Dünya çok kaotik bir noktada. Bunun sonunda ya yeni bir dünya yaratacağız ya da bu kaos bizi tamamen aşağı çekecek. Belki de kendi sonumuzu gerçekten hazırlayabiliriz. Böyle bir ihtimal her zaman var. Dolayısıyla sorumluluğumuzu almamız gerekiyor. Her insanın sorumluluğu var. Şu anda tek yapabileceğimiz bizim gibi insanları bulmak, örnek olmak. İnsanın dünyadan kaçmadan, kendi özünü ruhsal potansiyelini fark etmesi gerekiyor. Dünyanın içinde olup dünyayı dönüştürmek gerekiyor. Dünya iktidarı insanların sağlıklı düşünmesini engelleyecek birçok strateji uyguluyor. Elektro manyetik aletlerin yaydığı radyasyon, suya katılan, diş macununa katılan florid, besin maddelerindeki aspartam, birçok kanserojen madde. Bütün bunlar bizim daha yüksek bir farkındalığa ulaşmamızı engelliyor. Titreşimlerimizi düşürüyor. Evrende herşey titreşim. Baz istasyonları, kablosuz internet, elektro manyetik aletler hepsi dalga boyutumuzu düşürüyor. Örneğin şehirden çıkıp doğa gittiğimizde çok daha yüksek enerjiye ulaşıyoruz ve düşünce boyutumuz değişiyor. Bunlara da dikkat etmek gerekiyor. Cep telefonu için özel kulaklık kullanmak, kablosuz modemi gece yatarken kapatmak gibi birçok dikkat edilecek şey var. Örneğin, dikkat edilmesi gereken ve pek çok nedenle farkına varamadığımız genetik modifikasyonlu tohumlar konusu var. Dünyada küresel ısınmadan daha büyük sosyal sorunlar yaratabilecek bir mesele. Bu konuda da insanlar ne yazık ki uyutuluyorlar. Tohum yasası geçti mesela meclisten. Hormonlu gıda kimyasal zehirdir o kimyasalı vücut bir şekilde atabilir ama genetiğiyle oynanmış gıdalar sizin genetiğinize işliyor ve tamamen mutasyona uğratıyor sizi. İntihar geni diye bir şey var. Bulaşıcı bir şey. O sezon bütün hasatlar durabilir ve milyonlarca insanın açlıktan ölmesine yol açabilir.

Özgür Turan'ın Blogundan alıntıdır: http://alternatifkarma.com/

Gönderen Fatih Keçelioğlu 0 yorum Bu kayda verilen bağlantılar

Pazar, Kasım 01, 2009

Maya Takvimi Üzerine TRT Ankara Radyosunda Yayınlanan Programım

Maya Takvimini detaylıca tartıştığımız güzel bir programın kaydını indirebilirsiniz:

http://download339.mediafire.com/zn1i2mgjyq3g/vt01nqylomw/Audio.wma

Eğer ilk açtığınızda indirme seçeneği çıkmazsa ya linki tekrar aynı pencereye yapıştırıp deneyin, ya da sol tarafta ki Click here to start download.. linkine tıklayınız...

İyi dinlemeler...

Gönderen Fatih Keçelioğlu 0 yorum Bu kayda verilen bağlantılar

Pazar, Ekim 25, 2009

6. Tortuguero Anıtı ve Maya bitiş tarihi

1993 senesinin sonlarında doğru, bağımsız olarak Maya takvimi araştırmalarıma başladığımda, söz konusu “bitiş tarihinde” neler olacağının tanımını yapan eski Mayalara ait tek bir yazıt bile bilinmiyordu. Bilinen tek şey Uzun Sayımın başlangıç gününü tarif eden ve İlk Baba’nın “dünya ağacını ayağa diktiğini” söylediği Palenque yazıtları gibi bazı yazıtlardı. Bu bilgi kirliliğine bakmaksızın dokuz evrim düzeyi, Dokuz Altdünya ve de kendi dalga hareketlerini oluşturan çeşitli Gece ve Gündüzleri kapsayan teorimi geliştirmeye başladım. Kısacası, önemli Maya piramitlerinin dokuz basamaklı olarak inşa edilmesinin, bu basamakların her biri yedi gündüz veya yedi yaratıcı tanrı tarafından yönetilen, dokuz yaratılış seviyesinin sembolü olmasından ileri geldiğini öne sürdüm. Ardından, böylesi bir modeli dayanak olarak aldığımızda muazzam miktardaki tarihi olayın, kozmik enerji değişimlerinin sonuçları olarak algılandıklarında bir anlam ifade ettiğini keşfetmiş oldum. Elbette bu durum tıpkı Maya Piramitlerinin bazılarının arkalarının düz olması gibi, bu dokuz seviyenin hepsinin de aynı tarihte sona ereceği şeklinde görülürse gerçek olarak algılanabilir. Bu nedenle enerji değişimlerine yönelik böyle bir anlayışın, Maya'ların kehanet geleneklerinin temelini oluşturduğu aşikardır. Tabi ki bu durum Maya takvimini ve ona bağlı çeşitli tanrıları batıl inanç olarak gören geleneksel Maya Biliminin onu yorumlayış biçiminden uzaktı. Sonuçta farklı bir bilimsel gelenekten geliyordum ve de öncelikli ilgi alanım Maya zaman döngüleri ve bununla ilişkili tanrıların gerçeğin birer yansıması olup olmadığıydı. Yetmişli yıllarda bilimsel kariyerimin henüz başlarındayken, Stockholm Nobel komitesi üyesi olan birisinin akıl hocalığı sayesinde, tartışmasız en yüksek seviyeden bilimin nasıl çalıştığını dolaylı dahi de olsa görmüş oldum. Bunun anlamı, onları onaylayacak deneysel bulgular ve sürekli yapılan deneysel kontroller olmaksızın safi “inançlardan” türetilmiş teorilere sıfır taviz göstermek demek oluyordu. En azından mesleki açıdan bu durum, o zamandan beri akıl yürütme yöntemime yön vermiştir. Bu yönteme göre de, bazı insanların İsa'nın 25 aralıkta doğmuş olduğuna veya Maya Takviminin 21 Aralıkta biteceğine dair olan inançları, gerçekte bunların doğru olduğunu kanıtlamaz.

Dokuz kadar Altdünya'nın varlığı düşüncesi, Maya takvim sisteminde uzun bir süreden oluşan (tamı tamına 5, 125 yıllık uzun sayım) tek bir döngünün olduğunu savunanlar tarafından uzunca bir süre reddedildi. Ne var ki o zamanlar bile Mayaların evrimin dokuz basamağını benimsediğini gösteren ipuçları vardı. Mesela Uzun Sayımın, Altıncı basamak olduğu anlaşılan Altı-Gök-Tanrı'yla zaman zaman ilişkilendirildiği bilinmekteydi ve ilki Hablatun'la başlayan dokuz seviyeli zaman dilimleri olduğuna işaret edilmekteydi. Her ne kadar kimileri tarafından yeterince usle uygun bulunmamış olsa da bu Dokuz seviyeye ait göstergelere dayanarak, insanlık tarihi tarafından deneysel olarak doğrulanabilen kendi teorimi öne sürdüm. Bir süre sonra, 1996 yılında, Maya bilimciler Palenque'nin yalnızca 50 km batısında bulunan ve benim evrimin dokuz seviyesi modelime daha çok destek olacak olan Tortuguero'daki 6 numaralı anıtı deşifre etmeye başladılar. M.S 670 civarında yaşamış olan bir Maya kralının bakış açısına dayanarak dahi olsa da, ilk defa söz konusu bitiş tarihinde neler olacağına işaret ettiği sanılan bir yazıt keşfedilmiş oldu.

Tortuguero Anıtı 6’da Bolon Yookte’nin inişini tanımlayan yazı parçası.
Sven Gronemeyer’in çizimi.


Bu yazıt 2006 yılında daha geniş kitlelerin dikkatini üzerine çekmiştir. Maya kabartmaları uzmanı olan David Stuard'a göre yazıtın son tahlilde ki okunuşu şu şekildedir: Tzuhtz-(a)j-um u(y)-uxlcuun pik (ta) Çan Ajav ux (-te') Uniiv. Uhht-um ? Y-em(al)?? Bolon Yookte' K'uh ta?

Türkçesi ise şöyledir: “Onüçüncü 'Bak'tun” Dört Ahau, Uniiw (K' ank'in)'de sona erecektir. ? meydana gelecektir. (Bu) Dokuz destekleyici Tanrının ?'a gökten inişi(??) meydana gelecektir.

Bu tür eski yazıtlarda sıkça rastlandığı gibi kabartmalar kısmen silinmiş olduğundan (ki burada durum böyledir) kısmen ise anlamları muğlak olduğundan okunmaları zor olabilmektedir. Bizce buradaki kritik nokta, bitiş tarihinde “gökten ineceği” ifade edilen Bolon Yookte adlı ilah veya ilahlardır. Bunun nasıl yorumlanacağını bilebilmek için öncelikle Maya ilahları hakkında iki şeyin bilinmesi çok önemlidir. İlki bunların az veya çok birer “kişi” gibi davrandıkları görülen Romalı veya İskandinav tanrılarında olduğu gibi kişileştirilmemiş olduklarıdır. Bunun yerine Maya (veya Aztek) tanrıları tipik olarak belirli bir zaman dönemiyle ilişkili kozmik bir gücü sembolize etmekteydi ve bu halkların mitolojileri gerçekten de son derece ileri seviyede gayrişahsi olan kozmik ilişkileri tarif ederdi. Bu yüzden aslında belirli günlerle ilişkilendirilen ilahlar olan eski Maya burçlarının “gün-tutucular” tarafından nasıl günümüze taşınmış olduğunu biliyoruz. Zaman birimleri, tanrılar ve günlük burçlar az veya çok değişken olup nasıl yorumlanacakları hangi bağlam içinde kullanıldıklarına bağlıydı. İkinci bilinmesi gereken şeye göre, bağlamın bütünü ya da sadece parçaları ifade etmesine bağlı olarak ya bu ilahlar kolaylıkla farklı ilahlara bölünebilir ya da bunun tersi gerçekleşebilir. Dokuz parçalı tek bir ilah veya bütünü oluşturan dokuz parça olarak da görülebilen Bolon Yookte'deyse durum neredeyse kesinkes böyledir. Bolon Yookte aynı zamanda hem bütünü temsil eder hem de dokuz parçadan oluşur çünkü Maya kozmolojisi özünde holistik (bütünsel) olup yaratılıştaki herşeyi birbiriyle bağlantılı olarak görür.

2006 yılında John Major Jenkins Bolon Yookte'yle ilgili önemli ve ilginç bir makale yazmıştır: “6. Tortuguero Anıtı ve Bolon Yookte Ku'nun 2012 bölümü üzerine yorumlar”, http://edj.net/mc2012/bolon-yokte.html. Jenkins bu yazısında yukarıda adı geçen yazıta göre Maya bitiş tarihinde gökten ineceği varsayılan Bolon Yookte adlı bu ilahla ilgili epigrafik bir bilgi özeti verir. Bunların yanısıra Gillespie ve Joyce'un, Bolon Yookte'nin "Dokuz basamağın Tanrısı" olarak adlandırıldığı ve bu ilahın meşhur Yedi Tanrı'nın Vazosu'nda da görülebileceği üzere yaratılışın başından beri var olduğundan bahsettikleri makelelerine de değinir. Bolon Yookte'nin Altdünyalar, savaş ve çatışmalarla ilgili olduğunu söyleyen Eberl ve Prager'a da değinir. Tüm bunların gerçekte bizlere anlattığı, dokuz basamaklı evrim ila dokuz Altdünyanın yapısal olarak yaratılışın başından ya da modern terminolojideki ifadesiyle Big Bang yani Büyük Patlamadan beri var olduğudur. Dolayısıyla, 6. Tortuguero Anıtı ve Jenkins'in bu yapıtın anlamıyla ilgili yapmış olduğu çalışmalar, on beş sene önce öne sürmüş olduğum teoriyi mükemmel biçimde doğrulamaktadır. Bolon Yookte, Dokuz Altdünya tarafından tetiklenen evrimin Dokuz seviyesidir. Bu dokuz Altdünya ise, meşhur Maya Vazosunda da aşikar olarak görülebileceği üzere, Yaratılışın Yedi Tanrısı'yla (Yedi GÜNDÜZ) ilintilidir. Ayrıca tarihten de bildiğimiz gibi tüm bu Altdünyalar, kozmik enerji sıçramalarının aynı zamanda güç dengelerinin değişmesine dolayısıyla da savaş haline sebebiyet vermesinden ötürü, çatışma ve savaşla ilintilidir. Kanımca, Maya İlahları arasında varolan bu ilişki, gerçekliği muazzam miktardaki deneysel bulguyla da onaylanan bir evrim modelini sunmaktadır bizlere. Bu bilgi, gerçeklikle olan bağlantısı nedeniyle sadece mitolojik bir ilişkiler ağı olmanın çok ötesinde, günümüzde insanlık için hayati bir öneme sahiptir.

Bu yazıtın anlamı, bitiş tarihinde yalnızca bir değil dokuz kozmik kuvvetin tezahür edeceği ve de bunların Dokuz Basmağın Tanrısı Bolon Yookte'ye atfen dokuz basamaklı bir piramit tarafından temsil edilmekte olduğudur. Jenkins'in makalesindeki Bolon Yookte'nin, yakında yayınlanacak olan kitabım “The Purposeful Universe”(Anlamlı Evren)'de de mitten öte bir gerçek olarak gösterilen Dünya Ağacı'yla ilintili olduğu açıkça görülebilecektir. Tortuguero Anıtı’nın ışığında Dokuz Altdünya ve On üç Üstdünya modelinin ancak, sadece gerçek Maya Yazıtlarını değil aynı zamanda Maya takvimi siteminin gerçeklikle olan bağını gösteren muazzam miktardaki deneysel bulguyu da gözardı eden biri tarafından reddedilebileceği kanısındayım. Oysa bu göstergeler bütünlüğü kabul edildiğinde, Maya'ların evrimi ve onun biyolojik ve tarihi gerçeklikte oynamış olduğu rolü kavramamızı sağlayacak biçimde, mitolojilerindeki ilahların, zaman birimlerinin ve kozmik enerjilerin nasıl yer değiştirmiş olduklarını daha kolay görebileceğiz.


Tikal'daki Jaguar piramitinde sembolize edildiği üzere Bolon Yookte ya da Dokuz Altdünyasıyla Dokuz basamaklı Tanrı. Dokuz Altdünyaların hepsi aynı zamanda tamamlanacaktır: “Bolon Yookte gökten yeryüzüne inecektir”. İşte bu eşzamanlı olayı sembolize etmesi için Piramidin sırtı düz inmektedir.
Yazar tarafından fotoğraflanmıştır.


Şu anda evrimin sekizinci seviyesinde olup yakında bir adım ileri giderek dokuzuncu seviyeye yani Evrensel Altdünya'ya sıçrayacağımızdan, eski Maya'ların yaratılışın sonunu dokuz farklı ilahın gökten eşzamanlı inişi veya dokuz kozmik kuvvetin tezahürü olarak gördüğünün Tortuguero yapıtına dayanarak onaylanmasının tam vaktidir. Artık birçok insanın geleceğinin, bu dokuz seviyenin enerjisinin tam olarak nasıl bir rol oynayacağının bilinmesine bağlı olduğunu söylemek abartılı olmaz. Bu nedenle evrimin bu temel yapısını, Dokuz Altdünya ila On üç Üstdünyayı ve de yaratılışın farklı dalga hareketlerinin tam aktivasyon tarihlerini bilmek bundan böyle hayati bir öneme sahiptir. Bundan ötürü dokuz ilahın eşzamanlı olarak bitiş tarihinde gökten ineceği (dokuz kozmik kuvvetin tezahürü) olgusu artık uygunsuz bir fikir olmaktan çıkmış, aksine 6. Tortuguero Anıtına verilebilecek tek anlamlı açıklama haline gelmiştir. Bunun bir başka anlamıysa, Tortuguero Anıtında adı geçen Bolon Yookte'nin yalnızca belirli bir tarihte meydana gelen tek bir olaydan ibaret olmadığıdır. Bunun anlamı aslında Jenkins'in de belirttiği gibi Bolon Yookte'nin o esnada orda olduğu Büyük Patlama ya da evrenin başlangıcına geri döneceği ve de her biri Yaratılışın Yedi Tanrısı tarafından yönetilen (her Altdünya'daki Yedi Gündüz) birbirinden farklı dokuz dalga hareketinden meydana geldiğidir. Bu yüzden Maya takviminin anlamıyla ilgili her türlü tutarlı teori, uzunluğu 16.4 milyar yıla uzanan böylesine uzun soluklu evrimsel süreçleri de hesaba katmalıdır. Bu olgu çok daha geniş bir bağlamda anlaşılabileceğinden, ciddi araştırmacıların dikkatlerini tek bir günden yani bitiş tarihinden çekmeleri gerekecektir. Bu perspektiften bakıldığında özellikle de birçok Amerika'lı “2012 uzmanının” kendilerini, yakında vizyona girecek olan 2012 adlı Hollywood filmiyle benzer bir şekilde, tek bir günle yani Aralık 21'le ilişkilendirdikleri kutupların yer değiştirmesi, galaktik hizalanma, volkanik patlama, göktaşı yağmuru, güneş ışını yayılımı gibi bir dizi fiziksel olaya veya bu tek günde olabileceklere dair (çoğunlukla da sağlam bir dayanağı olmayan) bir takım fikirlere adamış olmaları bir problem olarak görülmektedir. Özellikle de Tortuguero Anıtının ışığında, böylesi fikirlerin tüm mantıksızlığı gösterildikten sonra Maya takvimi adına bu Anıtla tutarlılığı olan evrimsel bir modeli dikkate almalarının zamanı gelmemiş midir? “2012” meselesi uzun bir süredir sahte bilimin oyun alanı olagelmiştir ve hiçbir dayanağı olmayan birçok “tek gün” iddası da Maya Takviminin bitiş tarihi senaryosunun gerçekten de insan bilincini etkileyen süreçler neticesinde meydana gelen sosyo-ekonomik dönüşümlerden ibaret olduğu gerçeğini bulandırmaktadır. Nasıl olsa bu, yalnızca gözlemcisi olacağımız jeolojik ve astronomik olaylarla ilgili olmaktan çok, bizim yeni bir dünyanın doğuşunu nasıl birlikte yarattığımıza ve de insanların kendilerine bağlıdır.

Önceden de belirtmiş olduğum gibi 28 Ekim 2011'i savunan hiç kimsenin bu tarihin “dünyanın sonu” olduğunu savunmamış veya asla savunma meyli göstermemiş olmasının bir sebebi vardır. Bu sebep, bu tarihin organik olarak evrimsel bir süreçten doğmuş olması ve de hiçbir gerçek veya gerçek görünümlü fiziksel veya astronomik olayla ilintili olmamasıdır. Bu tarih yalnızca evrenin, başlangıcından itibaren dokuz önemli kuantum sıçrayışından sonra en yüksek enerji düzeyine erişecek olmasıdır. Bundan ötürü bu tarihin dünyanın sonu anlamına gelmesi için hiçbir sebep yoktur. Bolon Yookte'nin yeryüzüne tamamen inmesi sadece evrimsel bir tamamlanma noktasıdır. Öte yandan tekil 21 Aralık 2012 tarihiyle ilişkili olduğu iddia edilen birçok olay göz önünde bulundurulduğunda, dünyanın sonuyla ilgili spekülasyonlara davetiye çıkarılması hiç de şaşırtıcı değildir. Bitiş tarihinin kutupların yer değiştirmesi veya gamma ışını patlamalarıyla ilgili olduğunu öne sürdüğünüz taktirde, insanların bunun dünyanın sonu olduğunu düşünmesinden doğal ne olabilir ki? Fiziksel olayları öne sürmek, gerçekleşmek üzere olan asıl dönüşüme dair popüler medyanın korku ve ümitsizlik yaratmasını istemek olacaktır.

Bundan ötürü, tek bir günde meydana gelecek olaylardan değil de, dokuz evrimsel kuvvet bileşkesinin tamamlanışından yani Bolon Yookte Ku'dan söz eden eski Maya'ların anlayışlarından edinilecek kazanımların gözardı edilme durumunda geniş kitlelerin acı çekeceğini düşünüyorum. 21 Aralık 2012'e odaklanan tüm bu kafa karıştırıcı bilgiye rağmen insanların gerçek bitiş taihi olan 28 Ekim 2011'le hizalanmaya başlayacakları hissindeyim. Bunun, insanların enerjik bitiş tarihinin mantıksal olarak 13.13.13.13.13.13.13.13.13.13 Ahau (Işık) olduğunu düşünmelerinden dolayı, veya Hıristiyan Kilisesinin İsa'nın doğum gününü 25 Aralık olarak uydurması gibi 4 Ahau'nun da politik oyunlarının bir ürünü olduğunu fark etmeleri ile olacağını sanmıyorum. Bunun yerine insanlar 28 Ekim 2011 tarihini kabul edecekler, çünkü bu tarihe göre olan ve kendilerinin de deneyimlemekte oldukları özellikle sosyo-ekonomik alanda gerçekleşen enerjisel dalga hareketlerini görmezlikten gelemeyecekler. Yine de yeni bir dünyanın doğuşunu bilinçli olarak birlikte yaratmak isteyenler için, kozmik enerjilerin 28 Ekim 2011'e kadar nasıl bir seyir izlediğinin bilgisi önemli bir araç olacaktır. Bunun tek sebebi böylesi bir bilginin yoksunluğunda yeni bir dünyanın nasıl doğacağı ya da bunun nasıl zamanlanmış olduğunun bilincine varılamayacak olmasıdır. Bu enerjilerin aktivasyonu ve bunların Galaktik ve de Evrensel Altdünya'daki hazırlık süreçleri her zaman olduğu gibi çok kesin bir tarihte gerçekleşecektir. Ta ki Bolon Yookte veya Dokuz Altdünya tezahür edercesine “gökten yere inip”, tamamıyla tezahür edip, bir barış milenyumunun temelini atıncaya yani Çağların Değişiminin sonunu getirinceye kadar.

19 Ağustos 2009 (6 Ahau), Seattle

Carl Johan Calleman

Çeviri: Ayşegül Özpınar
Düzelti: Fatih Keçelioğlu

Gönderen Fatih Keçelioğlu 5 yorum Bu kayda verilen bağlantılar

Salı, Eylül 08, 2009

9.9.9 ve Maya Takvimi

Dokuz rakamı pek çok manevi ve dini geleneklerde özel bir öneme sahiptir. Dokuz eski yunanda şiir tanrıçası Müz’ün sayısıdır, İskandinav kültüründe dokuz dünya vardır. Kudüs’te ki tapınağın en kutsal yerine giden dokuz sayı vardır. Ayrıca bugün dünyada kullanılan sayım sistemlerinin çoğunda dokuz rakam olduğunu düşünürsek bu rakamın içimize işlemiş olduğunu anlarız. Ayrıca Maya geleneğinde Dokuz sayısı önemli bir rol oynar. Maya takvimin sonunun anlamına dair elimizde ki tek yazıt ise Dokuz “ilahın” Maya takviminin son tarihinde gökten yere ineceğini yazar. Bunun modern dilde ki anlamı Dokuz enerjinin ya da Dokuz kozmik gücün tam olarak tezahür edeceğidir. Unutmayın ki kadim Mayalar zaman devirlerine “ilahlar” olarak bakıyorlardı. Bu ilahların veya kozmik güçlerin evrimsel dalga hareketleri gibi olduğunu ve birbirinin üstüne bindiğini biliyoruz ve şu anda dokuz dalgadan sekizincisi üzerinde sörf yapıyoruz.


Maya takvimin sonu ile ilgili mevcut tek Maya yazıtına göre (Tortuguero anıtı 6) Dokuz Kozmik düzey (Altdünyalar) son tarihte tezahür edecek. Şu anda biz sekizinci seviyedeyiz ( Galaktik Altdünya) ve en üst seviye olan Evrensel Altdünya’ya doğru vitesi yükseltiyoruz. (Resim: Tikal’de ki Jaguar Piramidi)

Bu evrimsel dalgaların tezahür edişinde, Dokuzuncu seviyeye yaklaşırken inanılmaz bir eşzamanlılık fark ediyoruz. Yaklaşan 9.9.9 tarihi (9 Eylül, 2009) 260 günlük Maya Kutsal Takviminin (Tzolkin) başlangıcı ile denk düşüyor. 3000 yıldır kullanımda olan bu takvimde 9.9.9 tarihi Hun Imix veya 1 Timsah enerjisini yani enerji kombinasyonlarından birincisini taşıyor. Bu eşzamanlılığın ne anlama geldiği üzerine kafa yürütürsek bu tarihte dokuz sayısına ve özellikle de yakında tanık olacağımız Maya takvimi sisteminin Dokuzuncu seviyesine odaklanmamız gerektiği aşikâr olacaktır.

İnanıyorum ki aktivasyon tarihleri Maya takviminde tanımlanan bu kozmik güçlerin ardında, insanlık tarihine dair, daha yüksek bir kaynaktan gelen ve müşfik bir niyet taşıyan zeki bir plan mevcuttur. Bunu fark etmek aynı zamanda bu planı nasıl takip edeceğimize ve Maya takviminden nasıl faydalanacağımızı anlamak demektir. Bu dokuz kozmik güç bizim kolektif bilincimizi etkilemekte, daha doğrusu yönetmektedir. Dolayısıyla bu kozmik zaman planında neler olup bittiğine bakmak için elimizde yeterince neden vardır.

Eşzamanlıklar genelde farklı şekillerde yorumlanabilirler ve böylesine büyükse kesinlikle dikkate değerdirler. 9.9.9, arka arkaya üç adet Dokuz, Dokuzuncu ve en yüksek seviyenin tamamlanışına doğru bizi götürecek olan üç adet 260 günlük Tzolkin döngüsü olarak yorumlanabilir. Bildiğimiz kadarıyla evrenin bu en yüksek seviyesi 13.13.13.13.13.13.13.13.13 13 Ahau (13 ve Ahau Maya takviminde tamamlanışın sembolleridir) enerjisinde ve 28 Ekim, 2011 tarihinde ulaşılacaktır. Bu en yüksek seviye hiçbir şekilde dünyanın sonu anlamına gelmez ve Dokuz dalga hareketinin tamamlanışı demektir. Belki bunu şöyle görebiliriz: bir merdivenin en son ve en zor basamaklarını çıkıyoruz ve zirveye ulaştığımızda ayaklarımızın altında dinlenebileceğimiz bir zemin bulacağız.

Bu son tırmanış, çok kısa bir süre içinde eşi benzeri görülmemiş bir dönüşüm sürecinden geçeceğimiz anlamına geliyor. Bunun bir nedeni sekizinci evrim seviyesinin son safhasına giriyor olmamız. Diğer nedeni ise dünyayı tamamen farklı bir ışıkla görmemizi sağlayan, kolektif bilinci temelden dönüştürecek olan ve çok yüksek bir frekansla gelecek olan Dokuzuncu seviyenin başlaması. Bu nedenle 9.9.9 tarihini takiben gelecek olan üç Kutsal Takvim (Tzolkin) döngüsünde niyetlerimizi odaklayarak yeni bir dünyanın doğumu için birleştirmeliyiz. Bu özellikle çok önemli, çünkü çeşitli kaynaklar 8 Kasım 2009’da başlayan Galaktik Altdünya’nın dünya ekonomisinde çok büyük bir buhran getireceği yönünde işaretler veriyor.

Bu 260 günlük Kutsal Takvim döngülerinden birincisi 9.9.9 ile başlıyor ve 26 Mayıs 2010’a kadar sürecek. Bu süreç Dokuzuncu kata doğru çıkış süreci olarak görülebilir ve dua, meditasyon ve zihinsel odaklanma için uygundur. Topluluk kurmak, ağ kurmak ve spritüel eşzamanlılık da bu dönem için uygun pratik çalışmalardır. İkinci 260 günlük süreç 27 Mayıs 2010’da başlayacak ve Dokuzuncu seviyenin başlangıcı bu süreç içinde olacak. Ayrıca yeni bir dünyanın doğumuna hazırlık olarak pratik spritüel projelerin odak noktası olacak olan 17-18 Temmuz Kozmik Kavuşması bu aralıkta gerçekleşecek. Üçüncü 260 günlük Kutsal Takvim döngüsü 11 Şubat 2011’de başlayacak ve bu Dokuzuncu seviye olan Evrensel Altdünyanın 8 Mart 2011’de başlangıcını içeriyor. Üç adım içinde bu en çarpıcı olanı bu olacak çünkü 28 Ekim 2011 tarihinde ulaşılacak olan evrenin en yüksek seviyesine doğru götürecek.

9.9.9 tarihinde başlayacak olan bu üç adım ile 1/ Yükseliş, 2/ Dokuzuncu seviyeye hazırlık ve 3/ Evrenin Dokuzuncu evrim seviyesi ile evren en baştan beri ulaşmaya çabaladığı yeni bir bilinç seviyesine, birlik bilinci seviyesine doğru yükseliyor. Dokuzuncu seviye öyle bir birlik bilinci getirecek ki tüm insanlık dönüşecek. İnsan ırkı için çok büyük zorluklar ve fırsatlar olacak. Bu değişimler ise kendi kendilerine olmayacak ve onlara direnen veya kabul eden insanlar üzerinden tezahür edecekler. Bu bakış açısından 9.9.9 tarihini basit bir numeroloji merakından dolayı değil de, Kozmos’un Dokuzuncu seviyesi tarafından getirilen çok daha geniş bir dönüşüm sürecine katılım ve odaklanma fırsatı olarak kutlayabiliriz.

Maya takviminden anladığımız şey, özellikle sol beyin tarafından yaratılan insanın insana hâkim olma formlarının sonunu birlik bilinci tarafından getirileceğidir. Yani üstünlük araçları olan finansal sistem, silahlar, ulusal sınırlar ve otorite sahibi diğer pek çok yapı bu yeni birlik bilinci ile parçalanacak. İlahi uyumun insan ilişkilerini şekillendireceği yeni bir dünya doğacak. İnsanın insana üstün olmasının sona ermesi ayrıca küresel ölçekte cinsiyetler arasında ki ilişkiyi de etkiyecek. Söylemeye gerek yok, her şeyin tekrar eski haline dönmesi söz konusu bile değil. Karşımıza çıkan zorluklara tepki vermek yerine yeni bir dünyanın doğumuna doğru bilinçli bir şekilde yaklaşmalı ve onu ortak olarak yaratmak için olumlu niyetlerimizi birleştirmeliyiz. Böylesi bir kolektif ortak yaratım sürecinin bu zorlukları aşmak için en iyi yol olduğunu düşünüyorum.

9.9.9 ile başlayan dönem her ne kadar sadece Dokuzuncu seviyeye yükseliş safhası olsa da bu tarih çok önemli bir odak noktası çünkü bu seviyeye doğru yapılan hazırlıklar çok önemli. 17-18, 2010 Kozmik Kavuşma ile isminden de anlaşılacağı gibi insan varoluşunun ve bilincinin çarpıcı şekilde genişleyeceği projeler pratiğe dökülecek. Bugün zengin olarak varsayılan ülkelerin de başını ağrıtacak ekonomik zorluklar zamanında, insan bilincinin genişlemesi gerekli sosyo ekonomik dönüşümleri getirecek. Dokuzuncu seviye en sonunda aktive olduğunda kimliklerimiz çok daha geniş bir spritüel çerçevede tanımlanacaklar.

Bu makale geniş kitlelere geleceğimiz için ortak niyetler ilham edebilecek kadar erken yazılmadı. Ancak yine de pek çok kişi 9.9.9 tarihini kutlayacak (mesela http://www.fredpajorden.se/sida21.html adresine bakın). Bu makalenin amacı bu tarihi zaten kutlayacak olanlara bilgi vermek ve bunun sadece numerolojik bir tesadüf olmadığını, Maya takvimi ile anladığımız kozmik planın Dokuzuncu katı ile gelecek olan yeni dünyanın doğumuna doğru ciddi bir rolü olduğunu bildirmek. Bu tarih dua ve meditasyonlarla yeni ve daha iyi bir dünyanın yaratılışı için ortak niyetler ortaya koymak için iyi bir zaman. 17-18 Temmuz 2010 Kozmik Kavuşumu için gerekli iletişim ve ağ kurma araçları zamanı geldiğinde hazır olacak. 9.9.9 yeni dünyanın yaratılışı için öncü ve mütevazı bir çağrı olarak görülebilir.

Malmö, 6 Eylül 2009 (11 Edznab)
Carl Johan Calleman

Çeviren: Fatih Keçelioglu
Maya Takvimi Facebook Grubu: http://www.facebook.com/group.php?gid=97173896542

Gönderen Fatih Keçelioğlu 16 yorum Bu kayda verilen bağlantılar

Pazar, Eylül 06, 2009

Ekonomik Kriz ve Maya Takvimi

Dünya’da yaşanan ekonomik kriz, zamanlaması ile Maya takvimini doğruluyor.

Son iki yılda derinleşen ekonomik kriz ile ilgili en çok duyduğumuz bazı cümleler şu şekilde; “1929’dan beri böylesi olmamıştı.” “Büyük Buhran’ı anımsatıyor.” “1930’lardan beri ilk defa…” Liberal pazar anlayışı ile sağlam temellere oturduğu sanılan, bir din gibi tapınılan finansal sistemlerde böylesine bir çatlak yaşanması pek çok kişiye 1929 -1932 arasında en derin halini yaşayan Büyük Buhran’ı hatırlatıyor.

Peki, arasında yaklaşık 80 yıl bulunan bu iki kriz arasında nasıl bir ilişki var? Hayatın bir tesadüf eseri ortaya çıktığına inanan ve dolayısıyla olaylar arasında sadece akılcı ilişkiler kurulabildiğine inanan Batı bilimsel anlayışına göre bu iki kriz arasında hiçbir ilişki yok. Oluş şekilleri ve sonuçları açısından bir benzerlik var o kadar.

Bir Maya takvimi anlatıcısı olduğum için dünya tarihi olayları arasında gözle görülmeyen bir zaman örgüsü olduğunu bildiğimden, bu ikisi arasında kusursuz bir ilişki görüyorum. Bu öyle bir ilişki ki, hem Maya takvimi modelinin geçerliliğini kanıtlıyor hem de bu modelden çıkan kehanetlerin doğruluğunu destekliyor.

Her iki ekonomik krizde Maya takviminde 5. Gece olarak anılan “en karanlık geceye” denk düşüyor. Bu konuda bakın 21 Kasım 2007 tarihinde ne yazmışım: “Beşinci Gecenin başka bir özelliği ise Yıkım getirici olması. Gezegensel Altdünya’da 1932 - 1952 arasında Hitler ve İkinci Dünya savaşının yıkımını yaşadık, atom bombaları da dâhil olmak üzere. Fakat bu demek değil ki benzeri bir fiziksel yıkım bizleri bekliyor yine. Günümüzde ülkeler arasında ve dünyada çok farklı bir mücadele var ve bu artık bariz şekilde para piyasalarında gerçekleşiyor. O yüzden finansal açıdan bir yıkım beklemek daha mantıklı gözüküyor, özellikle de 1929, 1930 ve 1932 yıllarının büyük finansal buhranlar getirmesinden dolayı.”

Bu aslında Maya takviminin nasıl geçerli bir kehanet sistemi olarak kullanılabileceği ve gizemli son tarihin (28 Ekim 2011) ne anlama geldiği üzerine bir ipucu. Eğer ipin ucunu yakaladıysanız hadi gelin benimle beraber bu makaleye.

Bu makalede sizlere Büyük Buhran ile şu an yaşanan ekonomik kriz arasında ki ilişkiyi Maya takvimi açısından göstermeyi ve Maya takviminin son tarihine yaklaşık 2 yıl kala zaman, para, bilinç arasında ki ilişki üzerinde durmayı hedefliyorum. Bu arada Maya takviminde neden meşhur 21 Aralık 2012 tarihinin değil de 28 Ekim 2011’in doğru son tarih olduğunu da tartışacağız.

Maya takvimi nedir? Ne değildir?

Maya takvimi sadece 2012’de bir gün demek değildir. Var olan dünyanın nasıl değişeceğine dair yeni bir fantezi veya hayal değildir… Sıradan bir medyumluk, falcılık veya kehanet aracı değildir.

O içinde yaşadığımız dünyanın neden böyle olageldiğini en iyi şekilde açıklayan bir yaklaşımdır. Matematiksel, tarihsel ve sosyolojik olarak doğrulanabilir kanıtlar üzerine inşa edilmiştir. Metot olarak akıl ve sezgiyi, din ve bilimi, doğu ve batıyı bir araya getirir. Verdiği mesaj ise şudur: Bu gezegende ortaya çıkmış olan hiçbir şey şans eseri değildir. İlk hücrelerin oluşumundan maymunlara, oradan insanın evrimine, medeniyetin ortaya çıkmasına ve tarih boyunca insanlık bilincinde olan tüm değişimlere bir anlam kazandırır Maya takvimi. Evrim teorisi ile yaradılış mitleri arasında bir köprüdür. En önemlisi bütün insanlık tarihinin tesadüfî olaylarla değil, ilahi bir plana göre oluştuğunu ortaya koyar. Bu plan 28 Ekim 2011’de (evet 2012 değil) son noktasına gelecektir. Pek çok korku dolu ifadenin aksine dünyanın sonu anlamına gelmez bu. 16 milyar yıldır devam eden ilahi planın tamamlanışı demektir bu son tarih. Devam eden bir süreç olan yaratılışın, yani evrimin son eserinin nihayet ortaya çıkacağı bir tarihtir 28 Ekim 2011.

İsveçli bilim adamı Carl Johan Calleman’ın araştırmalarına göre, 28 Ekim 2011 tarihinde son bulan Maya takvimi 9 katlı bir piramit şeklinde olan zaman katlarından oluşur. Bu dokuz katın her biri ise kendi içinde 13 parçaya ayrılır ve bunlar yaratılışın 7 gündüz ve 6 gecesidir. Kusursuz geometrisi ile dünyanın yeni yedi harikası arasına giren Chicchan Itza’da ki Kukulcan piramidi aslında Maya takviminin bir ifadesidir. Calleman, bu 9 katlı piramidin insanlığın evriminde ki kilometre taşları olduğunu kitaplarında ortaya koymuştur.

Paranın Evrimi

Bu evrim gereği milattan önce 3115 tarihinden beri medeniyet bilinci gelişmekte (MÖ 3115 ile başlayan bu dönemin Maya takviminde ki adı Ulusal Altdünya’dır). Taş devrinden çıktığımızdan beri, yazıyla, medeniyetle, teknolojiyle meşgul oluyoruz. Ancak bir yandan da savaşlarla, kölelikle ve ekolojik bozulmalarla dolu bir dünya yaratıyoruz. Ekonomik sistemler ve para ise bu evrimin kaçınılmaz olarak bir parçası. Gittikçe soyutlaşan değerler sistemi insanın insana hâkim olmasının bir nedeni ve sonucu. Son beş bin yıldır böyle bir dünya yaratılmaktadır. Milattan sonra 1755 yılında ise ilahi planda yeni bir kilometre taşına gelindi ve sanayi devrimi ile Avrupa aydınlanması çiçek açtı (1755 ile başlayan dönem ise Gezegensel Altdünya olarak anılıyor). Bu aynı zamanda kolonileşme denilen bir süreç ile insanın insana hâkimiyetini bir kat daha arttırdı. Bugün ise Avrupa aydınlanması ve hümanizm akımlarının meyvelerini topladığımızdan kölelik ortadan kalktı, koloniler özgürlüğünü ilan etti. Ancak finansal sistemler insanın insana olan hâkimiyetini daha gizli ve kurnaz bir şekle soktu. Popüler internet filmi Zeitgeist’ın ikinci bölümü bu konuda önemli tespitler içermektedir.

Maya takviminde sekizinci katın 1999 yılında başlamasıyla yeni bir bilinç evrilmeye başladı (Galaktik Altdünya). Mevcut sisteme ve insanın insana hâkim olması ile sonuçlanan medeniyete bir tepki olarak gelişmektedir bu bilinç. 2007 ve 2008 yılları ise bu yeni bilincin kendini daha net bir şekilde ortaya koyduğu yıllardır. Evet, bir taraftan Bilgi Teknolojileri sayesinde para gitgide daha soyut bir hal aldı, finans sistemleri dijitalleşti. Bütün bunları madalyonun bir yüzü olarak düşünelim.

Madalyonun diğer yüzü ise 2011’de ki son tarihe yaklaştıkça kendini daha net adımlarla ortaya koyacak ve eski ile yeninin bir sentezi sonucunda “özgür insanın” doğumunu karşılayacağız. 11 Şubat 2011 tarihinde başlayacak olan dokuzuncu ve son kat ile (Evrensel altdünya) insanlık bilincini filtreleyerek kısmi körleşmelere yol açan tüm perdeler kalkacak.

Bütün bu tablonun derinliklerine inmek için yazımın sonunda çeşitli kaynaklar göstereceğim. Ancak isterseniz bu çerçeveden bakarak güncel bir konu olan ekonomik krizi inceleyelim.


Beşinci Gece ve Ekonomik Kriz

Gittikçe derinleşerek finans uzmanlarını bile şaşırtmaya devam eden ekonomik kriz bazı teorisyenlere göre tüm ekonomik sistemin çöküşü ile sonuçlanacak. Pek çok uzman da “1929'da ABD'de başlayan ve 1932'de Avrupa’ya sıçrayan büyük buhrandan beri böylesi görülmemişti” diyor.

Çok katmanlı bir zaman yapısına sahip kehanetsel Maya takvimine göre bu bir tesadüf değil. 1932 - 1952 yıllarına denk düşen "5.gece" adı verilen en karanlık dönemi 19 Kasım 2007 ile 13 Kasım 2008 arasında tekrar yaşadık.

Maya takviminde geçen 7 gündüz 6 gece süreçlerinin her birinin kendine has bir karakteri vardır. Daha önce de belirttiğim gibi 5. gece en karanlık gece olmasıyla biliniyor. 1932 – 1952 arasında dünyanın en büyük ekonomik krizine yol açan 5. Gece yaşandı. Diyebilirsiniz ki 1929 bu sürecin dışında. Bende diyeceğim ki 1929’un küresel etkileri 1930’lara yayıldı ve tüm insanlık tarihini göz önüne aldığınızda bu 3 yıl büyük bir fark değildir. Öbür taraftan 19 Kasım 2007 – 13 Kasım 2008 arasında süren Galaktik Altdünyanın 5. Gecesinin, bir önceki 5. Gece gibi insanlık tarihinin en derin ekonomik krizini getirdiği açıktır.

Beşinci Gece ve yaşanan ekonomik kriz ile ilgili olarak yine 21 Kasım 2007 tarihinde yazdığım yazıdan alıntılar yapacağım. Böylece o zaman yaptığım tahminlerin doğruluğunu siz de görebilirsiniz ve kullanılan metodun geçerliliğini test edebilirsiniz.

“Öncelikle mevcut finansal sistemin nasıl bir bilince dayandığına bakalım. Dünya’da her gün gitgide faiz, kredi ve borca dayanan bir sistem genişliyor. Para dediğimiz olgu ise zaten 5,000 yıl önce sol beyin bilincinin hâkim olmaya başlamasıyla evrilmekte olan bir soyutlama. Bu soyutlama gitgide daha soyut olmakta ve elle tutulur olmaktan uzaklaşmakta. Bu ise kolektif insan bilincini anda yaşamaktan gitgide uzaklaştıran ve zamanı materyalist bir şekilde algılamamıza yol açan bir sistem. Geçmiş ve geleceğe bağlı, hatta bağımlı olmamıza neden oluyor. Aslında Maya takvimi bize bu sistemin Ulusal ve Gezegensel altdünyaların bilinçlerinin sonuçları olduğunu söyleyecektir. Peki, Sağ beyin küresini uyandıran Galaktik Altdünya nasıl bir etki yaratmakta? Sağ beyin anda yaşamamızı sağlayan beyin yarı küremiz. Küresel sağ beyin uyandıkça barter sistemleri daha çok önem kazanmaya başladı. Bunun etkilerini Beşinci Gündüz süresince (24 Kasım 2006 – 19 Kasım 2007) daha somut olarak deneyimlemeye başladık. Direk alış verişe dayalı sistemler, parayı aradan çıkararak daha sağlıklı bir takas sağlamaktalar. Bunlardan bazılarının örnekleri şu adreslerde bulunabilir: http://www.letslinkuk.net/ http://www.schumachersociety.org/

Ayrıca Türkiye’de yaygınlaşan mesela Türk Barter (http://www.turkbarter.com/125.aspx) veya Freecycle Türkiye’den (http://freecycleturkey.org/freecycle/) bahsetmek mümkündür.

“Beşinci Gündüz’de seslerini duymaya başladığımız bir kriz Amerika mortgage endüstrisinde patlak vermekte. Tamamen birbirine bağlı dünya finans sisteminde bir domino taşının yıkılması tüm domino taşlarının yıkılmasına benzer bir etki yaratacağa benziyor. Faiz, kredi ve borca dayalı sistem büyük bir kriz yaşayacak. Beşinci gece kanımca en çok bu açıdan zor olacak. Dolayısıyla sizlere tavsiyem, borçlarınızı kapatın daha fazla kredi ve borç almayın. Mümkünse kendi evinizde yaşayın ve barter sistemlerini kullanmaya başlayın. Dünya’nın Sağ beyin yarıküresinde yaşayan ülkemizin esnafı neden peşin paraya daha çok önem verir? Çünkü bu anda ve buradadır peşin para. Barter ise bundan daha değerli aslında çünkü çok yakında gerçekten en değerli şey burada ve bu anda olan olacak. Zaten Maya takvimin son noktası da bu demek. Bu anda ve burada olmayı deneyimlemek, tamamı ile. Bu kriz ise bizi anda yaşamaya doğru getirecek.”

Peki bu çerçeveden bakıldığında ekonomik kriz ne yöne gitmektedir? Önümüzde ki dönemde dünya sistemlerinde ne gibi değişiklikler öngörülebilir? Zamanın sonu ile paranın sonu arasında nasıl bir bağlantı vardır?

Politik, hukuki, finansal, daha doğrusu sosyal alanda olan tüm değişimleri özünde Maya takviminin enerji değişimlerinin getirdiğini anladığınızda bütün bu değişimlerin tek bir noktaya doğru gittiğini de anlayabilirsiniz: Sadece bu anda ve burada olanı tam olarak deneyimlemek. Burada ve bu anda olanı tam olarak deneyimlediğiniz daha önce oldu mu? İşte o anda ki bilinciniz, insanoğlunun en sağlıklı, en bilge, en yüce halidir. Temel sorun o andan geriye tekrar ayrılık bilincine düşmenizdir. Yine yarın ödenecek faturaları veya geçmişinizde ki acılarınızı, başarılarınızı… vs düşünmeye başlarsınız.

Maya takvimi özünde diyor ki, bu geri düştüğünüz bilinç bir tesadüf değil. O ilahi planın bir parçası ve dünyanın böyle olması yine aynı nedenden. Ancak başlayan her şeyin sonu olduğu gibi bu bilincinde bir sonu var. Zamanın sonuna, şu anda ve burada olmayanın ölümüne doğru bir yönde gidiyoruz. Zamanlama olarak bu ise Maya takviminin sonunda gerçekleşecek.

13 Kasım 2008 – 8 Kasım 2009 arasında 6. Gündüzü yaşıyoruz ve diğer tüm gündüzler gibi olumlu bir hava esiyor. Kasım 2008’de Obama’nın seçilmesi bu olumlu havaya katıda bulundu ve ekonomik krizin yavaşlaması ve tekrar bir büyüme döneminin gelişi beklentisi büyüdü. Ayrıca yukarıda ki çerçeveden baktığımızda ekonomik krizin bir sonucu olarak şimdi ve burada olanın değerlendirilmesi yönünde revizyonlar görebiliriz. Ancak bunlarda kısa süre içerisinde (1-2 yıllık süreçler) yetmeyecek ve ilahi planın çarkları bizi hepimizin bir olduğunu, Afrika’da ki çocuk ile Newyork’ta ki işadamı arasında bir ayrılık olmadığını görebileceğimiz noktaya doğru itecek. Eğer insanlık olarak biz kendi rızamızla bu noktaya gelmezsek, daha çok kriz göreceğiz demektir.

8 Kasım 2009 ve Derinleşen Kriz

Takdir edersiniz ki insanlık olarak henüz kendi rızamızla bu birlik bilincine gelecek noktada değiliz. O yüzden yukarıda söylediğim gibi daha çok kriz göreceğiz.

Benim 2008 ekonomik krizi ile ilgili tahmini doğru yapmamı sağlayan elbette Calleman’ın bilimsel yöntemini takip etmem oldu. Kendisi bu tahmini 2001 ve 2004 yıllarında yazdığı kitaplarda yapmıştı zaten. 2004 yılında Türkiye’de de basılan “Maya Takvimi ve Bilincin Dönüşümü” adlı kitabı alıp 278. sayfasını açarsanız sizde kendi gözlerinizle bu tahmini doğrulayabilirsiniz.

Calleman şimdi yeni bir tahminde bulunuyor. 8 Kasım 2009 itibari ile başlayacak 6. Gece’nin mevcut ekonomik krizin küresel para sisteminde bir çöküş getireceğini söylüyor:

Altıncı Gecenin başladığı tarih olan 8 Kasım 2009’a doğru ekonomik gerilemenin güçlenmesini ve Amerikan Dolarının çökmesini ve buna bağlı olarak dünyada kurulu para sisteminin çöküşünü bekleyebiliriz. Pek çok olay böylesi bir etkinliği tetikleyebilir ama önemli olan bunu ne tetiklerse tetiklesin, kaldı ki bu bir politik olay olabilir, sonuçta Altıncı Gecenin enerjisinin bir sonucu olacaktır.”

Bana kalırsa eğer bu çöküş kendini Kasım 2009’dan itibaren güçlü bir şekilde göstermezse orta nokta olan 6 Mayıs 2010’a doğru gittikçe artarak kendini gösterecektir. Peki bütün bunların anlamı nedir? Elbette ki felaket tellallığı yaparak korku yaymak gibi bir niyetim yok. Sadece bilimsel bir yöntemle gözlemlenebilen ve tahmin edilebilen sosyal dönüşümlerden söz açıyorum. 6. gece ile gelecek olan yeni dönüşümler belki de şimdiye kadar görülmemiş çapta olabilirler ve ilahi planın tamamlanışına doğru bizleri daha bilinçli olmaya yönlendirebilirler. Maya takvimine bakarken hiç unutulmaması gereken altın bir kural, tüm dönüşümlerin bizim üzerimizden gerçekleştiğini bilmektir. Yani sorumluluk bizlerde. Eğer mevcut para sistemi çökecekse bir an önce daha sağlıklı bir ekonomik sistem alternatifi yaratılmalıdır. Bu arada ekonomik krizin besin ve diğer kaynakların krizini de tetikleyebileceğini unutmamak gerekir. Dolayısıyla bir yandan değiş tokuşa, takasa dayalı ekonomik yöntemler diğer yandan permakültür gibi besin ve enerji açısından kendi kendimize yetmemizi sağlayan ilerici yaklaşımlar muazzam önem kazanmaktadırlar. Türkiye’de ki permakültür kursu ve takas fuarları gibi etkinlikleri www.bugday.org adresinden takip etmeniz mümkündür.

Neden 21 Aralık 2012 değil de 28 Ekim 2011? Ve bu neden önemli?

Aslında Calleman hariç neredeyse diğer tüm 2012 ve Maya takvimi araştırmacılarının savlarının geçersiz olduğunu söylemek mümkün. Neden mi? Calleman haricinde diğer hiçbiri size bu makalede sunulduğu gibi elle tutulur ve test edilebilir kanıtlar sunmuyor da ondan. Foton kuşağından, Marduk gezegenine, Galaktik hizalanmadan, kutupların yer değiştirmesine UFO’ların ifşasına kadar kanıtlanabilir hiçbir veri yok elde. Sadece iddialar, yorumlar ve oldukça fazla miktar da yanlış bilgi var. Birbirleriyle, hatta bazen kendi kendileriyle tutarlılık göstermeyen bu teorilerin hepsini incelemek bu makalenin dışına taşacaktır ve bir sonra ki yazımda bu konuyu ele almayı düşünüyorum.

Ancak kısaca 21 Aralık 2012 olarak ünlenen Maya takvimi son tarihinin neden geçersiz olduğunu düşündüğümü aktarabilirim.

Eğer doğru son tarih 21 Aralık 2012 olsaydı Galaktik Altdünya’nın tüm gece ve gündüzleri de bu son tarihe göre kayacağı için 5. Gece ve Ekonomik kriz tahmini doğru yapılamazdı. Hatırlatmak isterim ki Calleman 28 Ekim 2011 tarihini son tarih olarak aldığı için 18 Kasım 2007’in 5. Gece ve dolayısıyla ekonomik kriz başlangıcı olacağı tahminini yapabildi. Bugün finans uzmanları krizin Aralık 2007’de derinleştiğine dair hem fikirdirler. Ayrıca aşağıda ki Dow Jones indeksi grafiğini incelediğinizde krizin Ocak 2008’de başladığını görebilirsiniz:

21 Aralık 2012 ve 28 Ekim 2011 arasında 420 gün fark vardır. Buna göre 21 Aralık 2012 doğru tarih olarak alınırsa 5. Gece 11 Ocak 2009 – 6 Ocak 2010 arasına yani bugün içinde yaşadığımız döneme denk düşer. Dünya’da bu yıl devam eden ekonomik tabloya göz atarsanız onun çok olumlu olmasa da yukarıda 2008 yılı Dow Jones indeksinde olduğu gibi karanlık olmadığını görebilirsiniz. Yani 21 Aralık 2012 son tarihi “test edildiğinde” anlamlı bir sonuç çıkarmamaktadır.

Peki neden 21 Aralık 2012 tarihi bu kadar popüler? Çünkü arkeologlar bu tarihi yazıtlardan çıkartıp bugün ki Maya’ların eline verdiler ve Maya takvimine ilgi duyan pek çok araştırmacı da bu arkeolojik çıkarımı sorgusuz sualsiz kabul etti. Ünlü araştırmacı John Major Jenkins, Dünya’nın yalpalama hareketine bağlı olarak gerçekleşen Galaktik hizalanmanın 21 Aralık 2012’e denk geldiğini ve Mayaların bu olayı bildiğini iddia ederek “Çağların Değişiminin” bu tarihte gerçekleştiğini iddia etmektedir. Ancak bu tezde iki büyük delik vardır. Birincisi Galaktik hizalanma denilen olay bir sabah uyandığınızda birden bire gözlenen bir olay değildir. Bu süreç 1955’de başlamıştır ve 2100’e kadar her 21 Aralık sabahı gözlemlenebilir. Bu hizalanmanın en yüksek noktası (zenith) ise 21 Aralık 1998’de gerçekleşti. Yani 21 Aralık 2012’de bu en yüksek noktadan uzak bir yerde olacağız. Bu basit gerçeği biliyor muydunuz?

İkinci olarak, Jenkins insanlık bilincinin 21 Aralık 2012’de sonuçlanacak bir dönüşüme doğru gittiği yönünde en ufak bir gözlemlenebilir kanıt sunmaktan acizdir. Jenkins’e aslında başka pek çok araştırmacıyı katabiliriz. Havalarda uçuşan iddialar dışında bu kişiler bize 21 Aralık 2012 tarihini doğrulayabilmemizi sağlayan tek bir delil sunamıyorlar. Bu kişiler aslında satır arasında bize şunu demektedirler: “Şimdi hiçbir şey yapmayın! 21 Aralık 2012’de değişim gelene kadar bekleyin!”

İnsanlık tarihinin en karanlık günlerine doğru giderken “Büyük Birader”in bizden saklamaya çalıştığı (ve dolayısıyla Atv haber bülteninde sunulmayan) o kadar çok şey var ki. Genetik mühendisliğinin yarattığı potansiyel felaketlerden, gıda krizine, diş macunlarına ve suya konarak sinir sistemimizi çökerten flüorürden, bizi hasta ve güçsüz tutan hastane-kanser-ilaç mafyasına kadar. 2012’e kadar hiç bir şey yapmadan beklemek ancak bu karanlık planların daha da derine işleyip başarılı olmasını sağlayacaktır.

Bence bu yüzden 28 Ekim 2011’de sonlanacak ve her köşe başında bir kilometre taşına sahip bir Maya takvimi anlayışı bu kişilerin işine gelmiyor. Çünkü böylesi bir anlayış aslında gücün Marduk’ta, Galaktik Merkez’de, Sirius veya Pleiades’te vs..vs olmadığını, gücün içimizde olduğunu hatırlatıyor. Ve bu gücü kullanarak her an yeni bir Dünya yaratabileceğimizi hatırlatıyor. O yüzden de Maya takvimi ile ilgili yapılan hiçbir belgesele Calleman’ı çağırmıyorlar, hiç kimse onun bilimsel temelli ve kanıtlanabilir araştırmasına dikkati çekmiyor. Korku ve panik yaratacak her türlü fikri vurguluyorlar ve Jenkins ve diğerleri bu oyunda rollerini oynuyorlar.

Her ne kadar hakikatin kendi gücüyle kendine yeteceğini ve gerçeklerin ortaya çıkacağını düşünsem de, hatırlatmadan geçemeyeceğim: Dönüşüm bizimle gerçekleşiyor.

C. Fatih Keçelioğlu, 31 Ağustos 2009 (5 Eb)

http://mayatakvimi.blogspot.com/2007_11_01_archive.html

Kapsamlı bir algılayış için bir kitap okumanızı önereceğim: Carl Johan Calleman, Maya Takvimi ve Bilincin Dönüşümü (Akaşa, 2004)

http://mayatakvimi.blogspot.com/2007_11_01_archive.html

http://www.derki.com/haberportal/index.php/derkiden/maya-takviminin-21-aralik-2012-de-sona-erdigine-inanmanin-riskleri.html

http://www.mediafire.com/download.php?efwotljyqmq

KAYNAKLAR:

Carl Johan Calleman, Maya Takvimi ve Bilincin Dönüşümü (Akaşa, 2004)

http://www.calleman.com

http://mayatakvimi.blogspot.com

http://www.mayan-calendar-code.com/mayan-calendar-2012-connection-course.html

http://the2012deception.net


Fatih Keçelioğlu:
Fatih 1978 İzmit doğumludur. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji bölümünü bitirdikten sonra Astroloji, doğu felsefeleri ve yoga ile ilgilenmeye başladı. Japonya ve Hindistan’da geçen iki yılın sonunda Maya takvimi bilgileriyle tanıştı. 2004 yılından beri sayısız seminer verdiği, bireysel seanslar yaptığı ve makaleler yazdığı bu konuda Dünya’da ki en aktif uzmanlarından birisi olarak bilinmektedir. Bu kompleks konuyu en basit ve etkili şekliyle anlatırken bir yandan da derinliklerine dokunması ile tanınmaktadır.

E-mail: fatihist@gmail.com

Web: http://mayatakvimi.blogspot.com

Maya Takvimi Facebook grubu: http://www.facebook.com/group.php?gid=97173896542

Gönderen Fatih Keçelioğlu 3 yorum Bu kayda verilen bağlantılar

Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Kaydol: Kayıtlar (Atom)

Maya Takviminde Bugün

Diğer Yazılar

İLGİLİ SAYFALAR

Kitap Önerisi

Carl Johan Calleman'ın yazdığı Maya Takvimi ve Bilincin Dönüşümü. Maya takvimini anlamak için mutlaka okunması gereken bir kitap.

SosyonomiTuncer Şengöz 18 Kas 2009 8:49

Hollywood filmleri, kitlesel ruh hali göstergelerinin en çarpıcılarından biridir. Duygusal trend coşkunlaştığında komedi unsurları taşıyan neşeli filmler, eğlenceli müzikaller, çocuklara yönelik animasyon filmleri çevrilir. Kötümserlik trendleri başladığında da Hollywood sineması korku, dehşet ve felaket filmlerine yönelir.

Geçmiş onyıllar boyunca gişe rekorları kıran filmlerin gösterime girdiği dönemler, borsa grafikleri üzerinde işaretlendiğinde, yükselen ve alçalan dalgalar halinde, borsa trendlerinin Hollywwod sinemasında çevrilen film türleriyle at başı gittiği görülür.


[HD] 2012 Movie Trailer
by hotdealvidBugünlerde 2012 isimli filmin gösterime girmesi, bu şekilde bakıldığında tesadüf değil. Peki, insan kitlelerini sinema salonlarına çeken bu tip felaket filmlerinin gerisinde hangi tarihsel gelişme evreleri var? Başka bir ifadeyle, 20. yüzyılın başlarında bir edebi tür olarak ortaya çıkan ve yüzyılın ilk yarısı biterken altın çağını tamamlayan Bilim Kurgu’nun gelişim evreleri nelerdi? Dahası, 1960ların sonunda altın çağı sona eren Bilim Kurgu dalgası geri çekildikten sonra geriye ne kaldı? Supercycle dereceli son yükseliş dalgasının ilerlediği tarih kesiti olarak tespit ettiğimiz 20. yüzyılın son çeyreğinde kitleleri bilim ve akıl dışı düşünmeye yönlendiren dalga nasıl yükseldi?

Aşağıdaki yazı, Tarihe Sosyonomik Bakış isimli kitabımın bir bölümünden alıntıdır ve taslakları, 21 Aralık 2008 tarihinde Ocak-Aylık Strateji Raporu’nun bir bölümü olarak yayınlanmıştır. 2012 filminin gösterime girdiği bugünlerde, konunun güncelliği nedeniyle yükselen dalgaların gerisinde hangi düşünme kalıplarının yattığını gösteren bir çalışma olması nedeniyle bu yazıyı bloga aktarıyorum.

Her şeyin olanaklı olmasını, gerçekliklerinin sınırsız olmasını arzulayan kimi insanlar vardır. Onlara göre, bilimin akla yatkın bir yaklaşımla emin olabileceğimizi söylediği görece az sayıdaki gerçek, düş gücümüzü ve gereksinimlerimizi doyurmaya yetmez …İnsanın hünerlerine kim sınır koyabilir? Doğrusu, doğa bu sınırı koyar. Evrenin işleyişine, doğanın yasalarına ilişkin az çok kapsamlı ve çok kısa bir bildirim bile, böyle yasak durumları sıralayan bir listeyi içerir. Çarpıcı bir yaklaşımla sahte bilim ve batıl inanışlar, doğada hiçbir sınır tanımama eğilimindedirler. Hayır, “her şey olasıdır”. İnananları ne denli sık düş kırıklığına uğrayıp aldatılsa da, onlar sınırsız üretim bütçesi vaat edip dururlar.” (Karanlık bir Dünyada Bilimin Mum Işığı, Carl Sagan, Tübitak, S. 275)

Gizemli Gök cisimleri – Gezegen X

31 Aralık 1983 tarihli Washington Post gazetesinde, Thomas O’Toole imzalı ön sayfa haberi şu şekildeydi:

Gizemli bir Gök Cismi Keşfedildi

ABD’nin etrafında bir yörüngedeki kızılötesi astronomik uydusunun teleskobu, Orion takım yıldızının doğrultusunda, muhtemelen Jüpiter büyüklüğünde ve dünyaya çok yakın, Güneş Sistemi’nin bir parçası olarak değerlendirilebilecek bir göksel cisim keşfetti. Bu buluşu gizemli hale getiren, astronomların bu cismin bir gezegen mi, devasa bir kuyruklu yıldız mı, henüz yeterince sıcak hale gelmemiş bir ön-yıldız mı, hala ilk yıldızlarını oluşturma aşamasındaki genç bir galaksi mi, yoksa yoğun tozla örtüldüğü için, içinden ışığın bile geçmesine izin vermeyen bir galaksi mi olduğunu bilmiyor olmaları. IRAS (Kızılötesi Astronomik Uydu) California Jet Tahrik Laboratuarı yönetici bilim adamı ve California Teknoloji Enstitüsü Palomar Gözlemevi yöneticisi Dr. Gerry Neugebauer, bir söyleşide ‘Size bütün söyleyebileceğim şu: Ne olduğunu bilmiyoruz’, dedi. Bu gizemli cisimle ilgili yapılan en çarpıcı açıklama, ışık bile vermeyecek kadar soğuk olduğu için Dünya ya da uzaydaki optik teleskoplarla görülemeyen bu cismin en az Jüpiter büyüklüğünde bir gaz devi olması ve dünyaya 50 milyar mil mesafede bulunması. Dünya ölçülerine göre büyük bir mesafe gibi görünse de bu aslında kozmik ölçekte bir taş atımı mesafesi. En dıştaki gezegen olan Pluto’nun ötesinde, Dünya’ya en yakın göksel cisim bu. Cornell Üniversitesi Radyo Fizik ve Uzay Araştırmaları’ndan, IRAS bilim ekibinin bir üyesi de olan Dr. James Houck, “cisim öyle yakın ki, güneş sisteminin bir parçası kabul edilebilir”, dedi. “Bu kadar yakınsa, dünyadaki gezegen bilimcileri onu nasıl sınıflandıracaklar bilemiyorum.

IRAS bilim insanları bu gizemli cismi ilk kez görüp, 50 milyar mil kadar yakın olabileceğini söylediklerinde, bu cismin dünyaya doğru hareket ediyor olabileceği spekülasyonları yapıldı.” (31 Aralık 1983, Washington Post, ön sayfa haberi, Thomas O’Toole)

Bu haberin duyulmasıyla beraber, Gezegen-X tartışmaları da yeniden canlandı. Haber dikkatle okunduğunda, astronomların bu kızılötesi cismin ne olduğunu bilmedikleri, bu nedenle de gizemli olarak isimlendirdikleri anlaşılıyordu ve Dr. Neugebauer, bunun bir yaklaşan cisim olmadığını açıkça belirtmişti. Dahası, aralarında Houck ve Neugebauer’in de bulunduğu 13 bilim adamından oluşan bir kurul, 1984 Mart’ında Astrophysical Journal Letters’da yayınladıkları bir makalede, “kızılötesi ve başka dalga boylarında yapılacak başka gözlemlerin, sıraladıkları varsayımlardan birine destek verebileceği gibi, bambaşka sonuçlar da verebileceği”ni belirtmişti. Ancak Washington Post’un haberi ile dünyaya bir gök cisminin yaklaşmakta olduğu dedikoduları bir kez sağa sola uçuşmuştu.

1985 ve 1987 yıllarında, IRAS bilim insanları yayınladıkları ilave raporlarda, 1984 yılındaki gözlemlerin, yakındaki yıldızlara değil, intergalaktik uzaydaki genç galaksilere ait olduğunu vurgulamışlardı. Özetle, güneş sisteminin hemen dışında astronomik bir cisim yoktu. Ancak konu bu boyutuyla medyanın ilgisini çekmediği için, yeni bulgular kendisine gündelik yayın organlarında yer bulamadı.

1992 yılında, yeni bir düşünce salgınının yayılmasıyla Gezegen-X tartışmaları yeniden alevlendi. NASA tarafından hiçbir zaman doğrulanmamış olan “Uranüs ve Neptün’ün yörüngelerinde açıklanamayan sapmalar, güneşten 7 milyar mil uzaklıkta, eğik bir yörüngede hareket eden, güneş sistemine ait ve dünyanın 4 ila 8 katı büyüklüğünde bir gezegene işaret ediyor” dedikoduları yayılmaya başladı.

NASA’nın bu konudaki tek yayını, 1992 tarihli Neptün-geçişli-cisim (TNO) ile ilgiliydi. Bu yayında, TNO’nun 200 km. çapında olduğu, çok küçük gezegen ve asteroidlerden oluşan Kuiper Kuşağı’na ait bulunduğu ve Neptün’ün yörüngesinin hemen dışında yer aldığı belirtiliyordu. Yakın zamanda gezegenlik sıfatı elinden alınan Pluto gibi cüce bir gezegen olan TNO, Neptün’ün yörüngesini kestiği için bu ismi almıştı ve Kuiper Kuşağı’ndan kopup Dünya’ya yönelme ihtimali yoktu. Zaten o tarihte görülen Neptün yörünge düzensizliği de, bir gözlem hatası kabul edildi ve bir kez daha gözlemlenmedi. Şüphesiz bu, güneş sisteminin içinde ya da hemen dışında iri cisimlerin olmadığı ve bir daha gözlemlenmeyeceği anlamına gelmiyordu, ancak hiçbir bulgu dev bir gök cismine işaret etmiyordu.

1984 IRAS gözlemindeki 50 milyar mil ve 1992 iri gök cismi iddialarındaki 7 milyar sözleri birleştirilip hesap yapılınca, varlığına inanılan Gezegen-X’in 8 yılda 43 milyar mil yol katettiği sonucuna ulaşıldı. İşin içine biraz hokus pokus matematiği de ilave edilince, cismin güneş sisteminin iç bölgelerine gireceği tarih de çıkıyordu: Antik Maya takviminde bir Çağ bitiş tarihi olarak gösterilen 2012 yılı.

Böylece “felaketler yılı” 2012’nin teorik arkaplanını oluşturan iddialardan birine geliyoruz. Zecharia Sitchin isimli bir araştırmacı-yazar, antik astronot teorilerinin babalarından biri kabul edilir. 1976 yılında yazdığı 12th Planet (12. Gezegen) isimli kitap yayınlandığında, Erich von Däniken, Immanuel Velikovsky gibi yazarların kitaplarına büyük bir ilgi vardı. Dünyanın dört bir yanında astronot tanrı kitapları peynir ekmek gibi satılıyor, Antik Çağlar’la ilgili acaip teoriler büyük ilgi görüyordu.

Sitchin’in çıkış noktası, İncil’in Yaratılış bölümünde anlatılan bir hikayeydi. Genesis (6:4)’de dünyada eski zamanlarda devlerin yaşadığı, bu devlerin insan kızları ile birleştiği ve insan kızlarının devlere çocuklar verdikleri anlatılmaktaydı. Sitchin, eski İbranice kayıtları inceleyerek, bu devlere Nefilim dendiğini öğrendi. Sümer kayıtlarında Nefilim cenneten dünyaya gelen demekti.

Sitchin’e göre, uzaylılar dünyaya 450,000 yıl önce gelmişlerdi. Geldikleri gezegenin adı, antik çağlarda yaşayanlara göre Nibiru idi. Bu uzaylılar, yaşadıkları gezegenin atmosferini iyileştirmek için altın tozuna ihtiyaç duyuyorlardı ve dünyada bol miktarda altın vardı. Sitchin, Sümer ve Mezopotamya kayıtlarına dayanarak, uzaylıların genetik mühendislik alanında da oldukça ileri gittiklerini iddia ediyor ve Afrika’daki altın madenlerinde çalıştırılmak üzere bir genetik çaprazlama yaparak Homo Erectus-uzaylı karışımı ile Homo Sapiens’in tasarlandığını yazıyordu. Antik dönem tanrılarının hepsinin uzaylı olduğu sonucuna vardıktan sonra, Güney ve Orta Amerika’daki altın madenlerinin de aynı amaçla açıldığını iddia ediyordu. Anunnaki adını taşıyan bu uzaylı ırkın Dünya’da kurduğu koloniler, zamanla Nibiru gezegeninde yaşayanlarla anlaşmazlığa düşmüş ve bir nükleer savaş çıkmıştı. Bu savaşın sonucunda yeryüzü tahrip olmuş ve Annunnaki’ler Dünya’yı Homo Sapienslere bırakarak gitmişlerdi.

Sitchin’in iddialarına göre, Babil mitolojisinde Marduk olarak da bilinen Nibiru gezegeni, güneş sistemine ait, ancak diğer gezegenlerle aynı yörünge ekseni üzerinde hareket etmeyen dev bir gezegendi. Gezegenin güneş etrafında dönüş süresi 3,600 yıldı ve bu eliptik yörünge, diğer gezegenlerin yörünge eksenlerine göre daha dikey bir açıda ve dış merkezliydi.

Nibiru ya da diğer ismiyle Marduk, güneş sisteminin iç bölgelerine girdiğinde, iri cüssesinin yarattığı büyük çekim kuvveti nedeniyle bazı felaketlere neden olmaktaydı. (Sitchin’e göre, Dünya’nın oluşumu da milyonlarca yıl önce, böyle bir felaketin sonucuydu. Daha önce Dünya’nın bulunduğu pozisyonda yer alan Tiamat gezegeni, Nibiru ile çarpışmış, bu çarpışmanın sonucunda ikiye ayrılmıştı. Ayrılan parçalardan biri Dünya’yı oluşturmuş, diğer parça ise dağılarak asteroid kuşağına dönüşmüştü. Tiamat, Mezopotamya mitolojisinde bir tanrıçanın adıydı ve Doğa Anne ya da Anne Dünya inanışının temelini oluşturmaktaydı.)

İşte bu düşüncelerden hareketle, Gezegen-X olarak da bilinen kurgusal Nibiru ya da Marduk gezegeninin bir sonraki geçişinin 2012 yılında olacağına inanılıyor ve o tarihe yaklaştıkça dünyadaki felaketlerin artacağı iddia ediliyor.

Bir bilim kurgu romanı gibi anlattığı bu süreçleri Sitchin, Sümer ve İncil metinlerine dayandırıyor ve “gerçek tarih” olduğunu ileri sürüyor. Sitchin’in teorilerindeki yüzlerce boşluk ve acaiplik bir yana güneş sistemine ait ve 2012 yılında dünyanın çok yakınından geçecek bir gezegene dair hiçbir astronomik gözlem ya da kayıt yok. Kanıt olarak gösterilen 1983 IRAS gözlemi, bizzat bu gözlemi yapan astronomların 1985 ve 1987 yıllarındaki yayınlarıyla doğrulanmadığı gibi, NASA’ya ait olduğu ileri sürülen 1992 belgesi diye bir şey de kayıtlarda yok. İşte tam bu noktada, bizim araştırmamız ve sosyonomik analizimiz bakımından çarpıcı unsur öne çıkıyor: Gezegen-X teorisylenlerine ve bu teoriye inananlara göre bu belgeler var, ancak duyurulmuyor. Başka bir deyişle, NASA biliyor, ancak bizim bilmemizi istemiyor!

Daha kapsamlı bir teorik arkaplanı oluşturmadan önce bir de, Bilim Kurgu’nun Altın Çağı olarak isimlendirilen döneme göz atalım.

Bilim Kurgu’nun Altın Çağı

Colin A. Ronan, Bilim Tarihi isimli çalışmasında şöyle diyor:

On dokuzuncu Yüzyıl boyunca hızla gelişen bilim, yirminci yüzyılda daha da çabuk ilerledi. Bilimsel keşifler sayıca arttığı gibi, daha önce hiç görülmemiş sayıdaki bilim adamı, daha etkin ve daha gelişmiş bir donanım kullanarak çok kez şaşırtıcı sonuçlara ulaştı; Bunlar, birkaç nesil öncesinin hayal gücü en kuvvetli aydınlarını bile hayrete düşürecek nitelikteydi. Bu kadar çok bilimsel araştırma, doğal olarak çok miktarda yeni ve ayrıntılı delilleri de beraberinde getirdi ve fiziksel evren hakkında bazı karmaşık ve özel kavramlar doğdu.” (Bilim Tarihi, Dünya Kültürlerinde Bilimin Tarihi ve Gelişmesi, Colin A. Ronan, Tübitak Akademik Dizi, S.533)

1900 ile 1930 arasındaki bilimsel buluşların bazıları şunlar: Kuantumlar, kan grupları, rüyalar-psikanaliz, zeplin, radyoaktif enerji, radyo, yaraların dikilmesi, ultramikroskop, uçak, uzay yolculuğu, özel görelilik kuramı, radyo dalgaları ve ses, vitamin kavramı, kemoterapi, uzay-zaman, sıvı helyum, Geiger sayacı, frengi ve tifüs, bakalit, neon ışıkları, nükleer atom, kozmik ışınlar, depremler ve faylar, kuzey kutbu, güney kutbu, marş motoru, izotoplar, A ve B vitaminleri, Atom Numarası, iyonlar ve kristaller, beyaz cüceler, dünyanın manto ve çekirdeği, tiroid bezinin salgısı, genel görelilik, kara delikler, genişleyen evren, 254 cm. teleskop, galaksinin merkezi, nükleer tepkime, ışığın kütle çekimiyle sapması, arıların iletişimi, yıldızların çapı, iklim döngüleri, anemi, insülin, raşitizm, Sümer uygarlığı, Tutankamon’un mezarı, E vitamini, büyüme hormonu, hayatın kökeni, sinir lifi, evrenin genişlemesi, parçacık olarak dalgalar, dalgalar olarak parçacıklar, dalga mekaniği, galaksinin kendi etrafında dönüşü, sıvı yakıtlı roketler, belirsizlik ilkesi, ışık hızı, X ışınları ve mutasyonlar, sesli filmler, penisilin, oyun kuramı, uzaklaşan galaksiler, güneşin bileşimi, güneş enerjisi, parçacık hızlandırıcı, …(Kaynak: Bilim ve Buluşlar Tarihi, Isaac Asimov, İmge Kitabevi)

Liste uzuyor gidiyor. Bu dönemin insanlık tarihinin en büyük zihniyet sıçramasını yaptığı çağ olduğuna hiç kuşku yok. Günümüzde gündelik yaşamın sıradan unsurlarına dönüşen bu buluşların her biri, o dönem için devrim niteliğindeydi. Kaçınılmaz olarak, bu buluşlar yeni bir edebi türün de ortaya çıkmasına neden oldu: Bilim Kurgu.

Science Fiction, yani bilim kurgu ismi ilk olarak Amazing Stories dergisinin 1926-Nisan sayısında Hugo Gernsbeck tarafından scientifiction olarak kullanıldı.

Scientifictin sözcüğüyle, Jules Verne, H.G. Wells ve Edgar Alan Poe tarzı hikayeleri kastediyorum, yani, bilimsel gerçek ve kahince bir öngörü ile harmanlanmış çarpıcı hikayeler. Bu eğlendirici öyküler sadece müthiş ilgi çekici okumalar yapmayı mümkün kılmayacak, aynı zamanda eğitici de olacaklar. Lezzetli bir biçimde bilgi de verecekler. Günümüzün bilim kurgusu yeni maceraları resmederken, yarın gerçekleşmeleri imkansız olmayacak. Tarihe yönelik pek çok bilim hikayesi de yazılacak. Gelecek nesillere sadece edebiyat ve kurguda değil, gelişmede de yepyeni bir yolu açacak ışığı yakacaklar.” (Hugo Gernsbeck, Amazing Stories Sayı 1 Editör yazısından, Nisan 1926)

Adına daha sonra bilim kurgu türünün en saygın ödülleri verilecek olan Hugo Gernsbeck’in bu yazısı, hem bilim kurgu türünün bildirgesi niteliğini taşıyordu, hem de insan imgeleminde yepyeni bir dönemin açıldığını haber veriyordu.

Türün adı zamanla science fiction, yani bilim kurgu’ya dönüşürken, 1940’larda John W. Campwell Jr şu tanımı yapacaktı:

Bilimsel metodoloji, sağlam bir şekilde yapılandırılmış bir teori girişimini içererek bilinen görüngüleri tanımlamakla kalmayacak, yeni ve henüz keşfedilmemiş görüngüleri de tahmin edecektir. Bilim kurgu da hemen hemen aynı şeyi yapacaktır, ancak öykü yazımı biçiminde. Bu çaba, sadece makinalara uygulanmakla kalmayacak, insan toplumu uygulamalarını da içerecektir.” (John W. Campwell Jr, Astounding Stories, 1940’lar)

1920’lerin ortalarından başlayarak dalga dalga yayılan bilim kurgu, kendi alt kültürlerini oluşturur, yüzlerce yazar, yorumcu ve yayını piyasaya sürer ve gitgide başta teknik elemanlar, mühendisler ve entellektüel çevrelerin içinde yaşadıkları bir matrise dönüşürken, yeni tanımlar da yapıldı.

Bir parça bilimsel kurgu, hayali bir buluş ya da icadın ve devamındaki macera ve deneyimlerin yazınsal anlatımıdır. Bunun bilimsel bir buluş olması gerekir; En azından yazar bu buluşu muhtemel bir bilim alanı ile rasyonalize etmelidir.” (J.O. Bailey, Pilgrims Through Space and Time, 1947)

Dikkat edilirse, türün ilk dönemine hakim olan yaklaşım, bilimsel metodolojiye sıkı bağlılık ve bilimsel sınırlar içinde kalma kaygısıydı. Türü, mitler, peri masalları, ve fantaziden ayıran en önemli unsur da buydu.

1950’lere gelindiğinde bilim kurgu, yeni boyutlar kazanmaya başladıkça ilk kez Robert Heinlein tarafından kullanılan, ancak erken dönemlerde fazla rağbet görmeyen Spekülatif Kurgu terimi yeniden öne çıkmaya başladı.

Spekülatif kurgu, evrenin, insanın ve gerçekliğin doğası ile ilgili yansıtma, ileri öteleme, benzerlikler, kuramlar ve deneyimleri keşfetmeye yönelik öykü yazımıdır. Ben spekülatif kurgu terimini şu amaçla kullanıyorum: Öykü kahramanlarının algı ve tepkilerinin ortak arkaplanında hayali ya da buluşa dayalı bir çevre yaratarak, bir takım değişikliklerle gerçekliğin varsayılan bazı yakınsamalarının geleneksel bilimsel yöntemle, yani gözlem, kuram ve deneye dayalı bir yaklaşımla incelenmesi.” (Judith Merril, 1950’ler)

1950’lerden 1960’lara doğru, bilim kurgu türünün ileri öteleme tekniklerini bolca kullanmaya başladığını görüyoruz. Öyküler artık bilimsel algı ve gerçekliğe çok fazla gönderme yapmasa da, toplumsal bazı değişikliklere vurgu yapmaya başlıyor. Değişimin bilimsel olasılıkları fazla sorgulanmaksızın spekülatif bir yaklaşımla anlatılan durum, bir gerçeklik hali olarak tarif edilmeye başlanıyor. Bilim kurgunun ilk dönemlerinde uzaya yapılan aşırı vurgu, yavaş yavaş yerini geleceği konu alan bir çerçeveye bırakıyor ve bu çerçeve içinde uzay daha küçük bir yer tutmaya başlıyor.

1920’lerden 1960’ın başlarına kadar önemli ölçüde ABD ağırlıklı bir tür olarak gelişen Bilim Kurgu, 1960’lardan itibaren İngiltere kaynaklı bir düşünce çizgisine kayıyor. Bu dönemden sonra, türün yazarlarının bilim-teknoloji unsurlarına vurgusunun iyice azaldığını görüyoruz. Bu durumu Brian W. Aldiss şöyle tarif ediyor: “Bilim kurgu artık bilim adamları için değil, hayaletler için yazılan hayalet romanlarıdır.

1960’lara gelindiğinde artık türün içi o kadar boşalıyor ki, J.G. Ballard mevcut durumu şu sözlerle anlatıyor:

Astounding ya da Analog gibi bir derginin bilimle ilgili bir şeyler içerdiğini söylemek maskaralıktır. Diyelim ki Nature, ya da başka herhangi bir bilimsel dergiyi satın almanız yeterlidir, böylece bilimin tamamen farklı bir dünyaya ait olduğunu göreceksiniz. “ (J.G. Ballard, 1969)

1980’lerde ise İngiliz bilim kurgu yazarı Brian Wilson Aldiss şöyle diyor:

Bilim kurgu, gelişimimiz ancak buna mukabil bilimsel bilgi karşısındaki şaşkın halimize dayanan insanlık ve insanlığın evrendeki statü tanımının araştırılmasıdır.

Bilim kurgu türü farklı evrelerden geçerken, tanımlar da zaman içinde böyle değişiyor. Son olarak türün, hangi gelişim evrelerinden geçtiğine göz atalım:

1920’ler Amerika’sında pulp fiction patlaması yaşanıyordu. 1910’lu yıllarda ucuz hamur kağıda basılı haftalık ya da aylık dergiler yayınlanmaya başlamıştı. Bu dergilerin çoğu dedektif hikayeleri, aşk ve Vahşi Batı maceralarını konu alıyordu. 1921’de gizemli olayları konu alan Weird Tales yayınlanmaya başladı. Bunu, 1926’da Amazing Stories takip etti. Tarzan’la ünlenen Edgar Rice Burroughs ve Dünyalar Savaşı ve Zaman Yolculuğu romanlarıyla bilinen H.G. Wells’in geniş kitlelerce tanınması bu yayınlar sayesinde oldu. Pulp fiction dalgasının ilk evrelerindeki korsan öyküleri, dedektif maceraları ve orman hikayeleri zamanla korku, fantezi ve uzay hikayelerine dönüşünce Bilim Kurgu’nun şafağı da aydınlanmıştı. Pulp fiction’ları yayınlayan en büyük yayınevi olan Argosy, 1920’lerde yazarlara sözcük başına 6 cent ödüyordu. 1929 borsa çöküşünü takip eden Büyük Buhran’da yayınevi fiyatını sözcük başına 0.5 cent’e indirince, ucuz roman yazarlarının önemli bir kısmı sahneden çekilmek zorunda kaldı. Bilim Kurgu türündeki pulp fiction dergileri ise pek çok güçlüğe rağmen yaşadı ve 1930’larda, günümüzde türün hayranlarının nostalji ile andıkları pulp fiction’lar yeniden yaygınlaşmaya başladı.

Bugün bilim kurgu-pulp fiction olarak adlandırılan bu ürünlere o günlerde scientific romance (bilimsel macera) deniyordu. Hugo Gernsbeck’in yayınladığı Amazing Stories (Eğlendirici Öyküler) ortalama 150 bin kopya basılıyor, ancak genellikle sadece 125 bin satıyordu. 1929 çöküşünde gelen iflasla derginin kontrolü Gernsbeck’ten O’Conor Sloane’a geçince, editör derginin adını, bilim sözcüğünün vurgusunu öne çıkartarak Science Wonder Stories’e çevirdi. (Bilim Mucizeleri Öyküleri). 1930 yılında Astounding Stories of Super Science (Süper bilimin şaşırtıcı öyküleri) piyasaya sürüldü. Daha kaba ve basit öykülerden oluşan Amazing Stories’in aksine, Astounding Stories daha saygın bir yayındı ve daha seçkin bir okur kitlesini hedefliyordu. Tüm 1930’lar boyunca defalarca sahiplikleri değişmesine karşılık, bilim kurgu dergilerinin içerik kalitesi hiç düşmedi. Tam tersine, dergilerine büyük bir tutkuyla bağlı olan okurları, hem dergileri ayakta tuttular, hem de kendileri de en az pulp fiction yazarları kadar yazabileceklerini göstermek için amatör dergiler çıkartmaya başladılar. Fandom adı verilen aktif okurluk furyası, birbiriyle iletişime geçen bilim kurgu tutkunlarının başlattığı bir dalgaydı. 1920’lerden 1950’ye kadar küçük bir grubun ilgi alanını oluşturan fandom’ların sayısı 500 kadardı. Bu rakam istikrarlı bir şekilde artarak 1960’larda 10,000’e ulaştı. ABD kökenli fandom furyasını sürükleyenlerin çoğu yüksek eğitimli ve bilim-teknoloji odaklı genç erkeklerdi. Kadınların fandom’lara katılımı için 1970-80’lerin beklenmesi gerekti. Bir tarafta ticari pulp fiction dergileri, diğer tarafta fandom’larda bir araya gelen bilim kurgu tutkunları ile köklü bir alt kültür oluşmaya başlamıştı. Bilim kurgunun spekülatif bir alan olması nedeniyle oldukça ilginç gruplar oluşturuldu. Bu gruplar, önceleri roket araştırmalarında bulunanlardan, radikal politik gruplara ve yarı-ütopik deneyimlere girişenlere kadar geniş bir yelpazeyi oluşturuyordu. Başka bir deyişle, türün izleyicileri okuyucu olmakla kalmıyor, enerji ve düşüncelerini aktif bir şekilde dünyayı etkilemeye ve değiştirmeye odaklıyorlardı. 1930’ların sonlarında dergiler ardı ardına yayın hayatına girerken, Bilim Kurgu da Altın Çağı’nın en büyük yazarlarını yetiştirmeye başlamıştı. Isaac Asimov, Alfred Bester, Frank Herbert, A.E. van Vogt, Arthur C. Clarke, James Blish, Ray Bradbury, Robert Silverberg, Theodore Sturgeon, Frederik Pohl, Robert Heinlein, Poul Anderson, Robert Silverberg, Philip Jose Farmer, Eric Frank Russell ve daha pek çok yazar 1930’lardan başlayarak 1960’lara kadar bilim kurgu türünün başyapıtı kabul edilen yüzlerce roman ve öyküye imza attı.

Furyanın bir başka alanı, resimli romanlarda yaşanıyordu. Flash Gordon, Connie gibi resimli romanlara, fandom’larda biraraya gelen daha elit okuyucuların dışında kalanlar ilgi gösteriyordu. Furya daha sonraki dönemlerde Buck Rogers, Superman, Batman, Supergirl gibi resimli romanlarla devam etti.

1940’ların ortalarında pulp fiction pazarı doyuma ulaşınca, dergiler birer ikişer kapanmaya başladı. Ayakta kalabilenler de yayın sayısını azalttı. Pulp fiction’ların içeriği de değişmeye ve sulanmaya başlamıştı. Daha önce türün dışında kabul edilen, uzay operası, fantastik macera, okültizm ve sahte bilim de artık pulp fiction dergilerinde yer buluyordu. 1940’ların sonlarında yeniden toparlanan dergi yayıncılığı 1970’lere kadar devam edebildi. 1970’lerden sonra pulp fiction dergileri ortadan kalktı. Daha derli toplu dergilerden ise, pek azı ayakta kalabildi. Bunlardan biri de önceleri Analog adıyla yayınlanan Isaac Asimov’s Science Fiction dergisi idi.

Son olarak, 1970’lerde bilim kurgunun felsefi ve toplumsal etkilerine göz atalım:

Spekülatif kurgunun geleneği, sistemlerin sistemi olarak evrenin, yapıların bir parçası olarak yapının farkındalığının anlaşılması ve bilimle ayrılığın kurgusal noktalarının farkına varılmasıyla dönüştü. Artık kullandığı yöntemlerle yapısal fabülasyon ne bilimseldir ne de gerçek bilimin bir yedeği. Yapılan, sadece yakın zaman biliminin etkilerinin oluşturduğu algının insani durumlara etkilerinin kurgusal araştırmasıdır. Belli başlı konuları, gelişimin, toplum ve fizik bilimlerinin zorlamarıyla, bunlarla beraber yaşamak zorunda olan insanın vahiyle ettiği bilginin etkileridir.” (Robert Scholes, 1985)

Bu dönemde artık dikkat çekilen, insanın bilgi yoluyla değil, algı yoluyla edindiği izlenimlerin işleniyor olmasıdır. Bilim kurgu türünün yarattığı diğer dünyalar, artık okurun kafasında metaforik bir biçimde gerçek dünyayı çarpıtmakta, okurun zihin dünyasına hasar vermektedir.

1974 yılında yazdığı Future Shock (Gelecek Korkusu) isimli kitabında Alvin Toffler, bu durumu şöyle tanımlamaktadır:

Sıradan olarak nitelendirilemeyecek alternatif dünyalar ve alternatif görünümlerle uğraşma ihtimalleri, değişime muhtemel cevap verme repertuvarımızı genişletmiştir.

Bu cevap verme biçimi çoğunlukla travmatiktir, bireyin zihnine ciddi hasar verme ihtimalini içerir. Kuşkuculuğu, güvensizliği arttırır, bireyi paranoyak inançlara savurma riski taşır. Nitekim Bilim Kurgu’nun Altın Çağı’nı izleyen dönemde felaket romanlarına, zihinsel saldırıya açık olma durumlarına, uzaydan gelecek tehditlere gönderme yapan pek çok tema işlenmiş, bilimsel gelişmeyi anlamada ipin ucunu kaçırmış insan kitleleri inanması çok güç kurgulara eğilim göstermeye başlamıştır.

Bilim Kurgu’nun Altın Çağı’nın bitişi ile beraber, küçük ve aktivist gruplar dağılmaya başladı. Bir edebi tür olarak Fantazi daha fazla ilgi gördü. Bilim kurgu senaryoları yazıldı ve tür varlığını sinema endüstrisi içinde sürdürdü. Bu süreçte kitleler pasif izleyicilere dönüştürüldü. Filmler bol aksiyon ve şiddet sahneleriyle doldukça, izleyiciye, onları düşünmeye sevkedecek felsefi mesajlar değil, basit ve haplar halinde bilgiler verilmeye başlandı. 1930 ve 40’larda seçkin ve eğitimli grupların ilgi alanı olan bilim kurgu, ticari kaygıların etkisiyle en kaba mesajlarla yüklü bir şekilde geniş kitlelere aktarıldı. Bu filmleri izleyen kalabalıkların temel bilimsel eğitimleri olmadığı için, bilim dışı senaryolara ve ihtimallere göre konumlanmış insan kitleleri ortaya çıktı. Bu insan kitleleri sadece fizik, astronomi, biyoloji gibi temel bilim alanlarında değil, toplum bilimlerin konusu olan alanlarda da en abartılı ve gerçek dışı ihtimalleri, gerçek yaşamın kendisi zannetmeye başladı. Bilim kurgunun felsefi sınırları içinde hiçbir şekilde yer bulamayacak olan komplo teorileri, kehanet, vahiy ve metafizik gibi konular, günümüz kurgusunun çekirdeğini oluşturuyor.

Bilim kurgunun altın çağında çoğu eğitimli ve teknik disiplinlinlerde istihdam edilen seçkin gruplar spekülatif düşüncenin engin deryasında ilginç arayışlara girişirken, sosyal arkaplanda dünyanın daha sonraki onyıllarında çehresini tamamen değiştirecek gelişmeler oluyordu. Bu gelişmeler, daha sonraki yıllarda, pop kültürün diğer unsurlarıyla bir sentezin ortaya çıkmasına neden oldu ve dünyanın her tarafında kitlelerin yaşam ve düşünme biçimleri kökünden değişti.

Değişimi sosyonomik perspektiften inceleyebilmek için, önceleri küçük ve seçkin grupların ilgi alanını oluşturan bilim kurgunun, ya da spekülatif kurgunun günümüzdeki tüketicisi olan geniş kalabalıkların geçen yüzyıl boyunca kitlesel algı ve davranış dinamiği ile ortaya çıkarttığı diğer pop unsurların neler olduğuna da göz atmak gerekiyor. Yakın tarihe sosyonomik perspektiften bakış, önümüzdeki yıllarda bizi nelerin beklediği konusunda bir tahmin yapmamızı sağlayacak analitik zemini de oluşturacaktır.


Nibiru, Marduk, Wormwood, Nemesis, 10. Gezegen, Göksel Quetzalcoatl

Teorilere göre 10. gezegen denen Nibiru (NASA'nın 2001 KX76 olarak katalogladığı gezegen) güneş etrafındaki 3657 yıllık her dönüşünde dünya'ya yakın olarak gelip geçerken dünya üzerinde türlü felaketlere sebep olmaktadır. Bu seferki geçiş ise çeşitli kaynaklara göre 2012 yılında gerçekleşecektir. Güneş sistemimizdeki elemanlar olarak Zecheria Sitchin Güneş'i ve Ay'ı da cisim olarak ele aldığında 11 cisim söz konusu olmaktadır. Nibiru'yu bu sisteme eklediğinde Sümer tabletlerini çeviren Sitchin'e göre 12 sayısına ulaşılmaktadır. Güneş ve Ay'ı saymazsak 9 gezegenden oluşan güneş sistemimizde Nibiru 10. Gezegen olmaktadır. Zecheria Sitchin'in kitabında anlatılan 12. Gezegen ile bugün tartışılan 10. Gezegen aynı gezegendir. Son zamanlardaki, Güneş sistemimizdeki gezegenlerin parlaklıklarındaki artış, Jüpiter'in uyduları ile arasında iyonize bir bağlantı oluşması, gezegenlerin manyetik çekim güçlerindeki artış ve değişimler, Jüpiter, Uranüs ve Neptün atmosferlerindeki sıradışı değişiklikler dünya üzerinden teleskoplarla izlenmektedir. Son aylarda tüm dünya'da görülen atmosferik anormallikler ve çeşitli büyüklükteki depremlerin yoğunluk kazanması ile ilgili açıklamalar 10. gezegenin gelişi ile ilgilidir. Pioneer 10 ve 11'in dünyada'dan uzaklaşma hızlarındaki azalmaların da 10. Gezegen etkisi ile olduğu ileri sürülmektedir. Gezegenin gelişi ile ilgili İnternet'ten toplanan bilgiler bu sayfada toplanılmaya çalışılmıştır.

Neler oldu?
1976:
Zecheria Sitchin'in 12. Gezegen kitabı piyasaya çıktı.
1979: Zecharia Sitchin'in kitabının piyasaya çıkmasından 3 yıl sonra Amerikan Astronomi Birliği "
Planet X" projesini başlattı.
1981
: Pluto'nun yörüngesinde saptanan düzensizlikler üzerine 10. gezegenin var olup olmaması üzerine araştırmalar başlatıldı.
1982:
NASA resmi olarak 10. gezegenin varlığını kabul etti.
1983: Nibiru, NASA'ya ait
IRAS (Infrared Astronomical Satellite) uydusu ile 10. gezegen olarak ilk defa görüldü
1992: Kuiper Kuşağı üzerinde ilk çalışmalar
David Jewitt ve Jane Luu tarafından Hawaii Üniversitesinde başlatıldı. O tarihten günümüze değin Kuiper Bölgesinde 400 kadar nesne saptandı.
1998: 1970'li yılların başında gönderilen uzay araçlarının uzaklaşma hızlarındaki azalmalar dikkat çekti (Pioneer 10, Pioneer 11). 90'lı yılların başında bunun nedeni anlaşılamadı. Bu sene ise bunun 2001 KX76'nın çekim gücünden kaynaklandığı öne sürülüyor.
2000: NEOS (Near Earth Objects) projesi kapsamında 2001 KX76 dahil olmak üzere dünya yaşamını tehlikeye sokabilecek olası cisimler üzerinde çalışmalar başlatıldı.
Şubat 2001: Kuiper Kuşağı çevresinde dolanan CR105 isimli kuyrukluyıldızın yörüngesindeki belirgin düzensizlikler üzerinde çalışmalar başlatıldı. Düzensizliklere orada büyük bir gezegenin sebep olacağı sonucuna varıldı.
4 Nisan 2001: Gezegen, Arizona Lowell Gözlem Merkezince 2001 KX76 olarak
Robert Millis ve arkadaşları tarafından resmi olarak kataloglandı.
7 Ocak 2001: İsviçre'deki Neuchatel gözlem evinde de gözlendi. Bilimadamları keşiflerini basına duyurduktan bir hafta sonra haberin asılsız olduğunu belirttiler.
11 Nisan 2001
:
National Optical Astronomy Observatory (NOAO) tarafından 10. gezegen, Trans Neptunian Object (TNO) 28976 = 2001 KX76 olarak onaylandı.
23 Ağustos 2001:
ESO 2001 KX76'nın Ceres'ten daha büyük olduğunu duyurdu.
2001
: Deep Ecliptic Survey isimli proje kapsamında Nibiru'nun ilk dijital resimleri çekildi (
Tucson yakınlarındaki (AZ) Kitt Peak Ulusal Gözlemevi ve Şili'deki Cerro Tololo Inter-American Gözlemevi).
2001: Nibiru'nun albedosu, rengi ve diğer özellikleri 6.5-metrelik Magellan Teleskopu ile Las Campanas'taki gözlemevinde (Şili) saptandı (
Magellan Instant Camera (MagIC).
2003: 10. Gezegenin yaklaşmasının etkisiyle dünyanın her tarafında çeşitli büyüklüklerde depremler olmaya başladı. Can kaybına yol açmayan hafif depremlerin sayıları artmaya başladı.
2003: 1980'li yılların ortalarından itibaren meydana gelen Güneş'teki anormallikler sebebi anlaşılamamıştı. Nibiru'nun etkisi ile Güneş'teki değişiklikler dünyadaki tüm güneş gözlemevlerinde ve uzaydaki SOHO uydusu ile incelenmeye başlandı.
17 Nisan 2003
: 2001 KX76'nin ismi “Ixion” olarak değiştirildi.
15 Mart 2004: NASA, Kuiper kuşağında yeni bir büyük cisim saptadığını duyurdu.
2003 VB16 olarak kataloglanan bu yeni cisme SEDNA ismi verildi.
6 Eylül 2006: 2003 UB313 (Önce Xena sonra
Eris ismi verildi) Güneş'ten 97 Astronomik birim uzaklıkta 10. gezegen adayı olarak keşfedildi ve kataloglandı.

.: Neden 12. ya da 10. gezegen deniyor? Madem Güneş Sistemimizde 9 Gezegen var Nibiru'nun 10. Gezegen olması gerekmiyor mu?

1. Güneş
2. Merkür
3. Venüs
4. Dünya
5. Ay
6. Mars
7. Jüpiter
8. Satürn
9. Uranus
10. Neptün
11. Plüto
12. Nibiru

1. Merkür
2. Venüs
3. Dünya
4. Mars
5. Jüpiter
6. Satürn
7. Uranus
8. Neptün
9. Plüto
10. Nibiru

Sayıların değişmesinin sebebi Güneş'i ve Ay'ı da dikkate alıp almamak yüzünden.

.: 2003 mü 2012 mi?
Maya takviminin sonu olan 21 Aralık 2012, bazılarına göre Gregoryen takviminde Mayıs 2003'e tekabül ediyordu. Bu konuda iki görüş vardı. Şu an elde sadece 2012 görüşü kaldı.

.: Dünya'nın uydusu Ay, Asteroid Kuşağı ve Satürn'ün halkasının kökeni nedir? Plüton'un yörüngesi diğer gezegenlerden neden farklı? Kuyrukluyıldızların kökeni nedir?
Sümer tabletlerindeki bilgilere göre "AB.ZU" ismindeki ilk sistemde sadece Güneş ve 4 grup gezegen vardı. Gruplarda toplam 8 gezegen vardı. Yani "AB.ZU" ismindeki ilk Güneş sisteminde toplam 8 gezegen vardı. Bunlar:
Grup 1. Merkür ve Venüs
Grup 2: Mars ve Tiamat
Grup 3. Jüpiter ve Satürn
Grup 4. Uranüs ve Neptün

4 milyar yıl önceki güneş sistemimizde bugünkü dünyamız henüz yoktu. Eğer 4 milyar önceki güneş sistemimizin gezegenlerini Sümer metinlerindeki isimleri parantez içerisinde vererek Güneş'ten itibaren sıralarsak :
1. Merkür (Mummu)
2. Venüs (Lahamu)
3. Mars (Lahmu)
4. Tiamat (11 uydusu ile birlikte, uydularından en büyüğünün ise ismi Kingu)
5. Jüpiter (Kishar)
6. Satürn (Anshar) Satürn'ün o zamanlar Gaga isminde dev bir uydusu vardı. Gaga şu an bugünkü Plüto'dur.
7. Uranus (Anu)
8. Neptün (Ea)

Modern astronominin bugün hala cevaplayamadığı konuları Sümer tabletlerinden okuyabiliyoruz. Asteroid kuşağının kökeni, asteroid kuşağının gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesinin sebebi, Satürn'ün ve Plüton'un halkalarının kökeni, Ay'ın, Dünya'nın kökenleri, Triton'un dönüş yönünün gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesi ve kuyrukluyıldızların kökeni gibi soruları Sümer tabletlerinden öğrenmekteyiz. Tabletlere göre bugünkü dünyamız eskiden Tiamat denilen büyük bir gezegenin bir parçasıydı. Tiamat'ın o zamanlar 11 uydusu vardı. Tiamat okyanuslar ve denizlerle dolu çok sulak ve nemli bir gezegendi.

Tiamat iki parçaya ayrıldı. Tiamat'ın büyük parçası Dünya'mızı, diğer küçük parçası parçalanarak asteroid kuşağını oluşturdu. Bugünkü asteroid kuşağını oluşturan parçalar bir zamanlar Tiamat'a aitti. Tiamat, Galaktik Federasyon tarafından 18 milyon yıl önce neden yokedildi? Çünkü Tiamat üzerindeki yaşayan reptoid/dinoid (ejder) uygarlığı tehlike arz ediyordu. Bu medeniyeti ortadan kaldırmak için Taiamat yokedildi. Daha ayrıntılı açıklama:

Gezegenlerin dönüş yönlerinin aksi yönden dört uydusu ile birlikte gelen Nibiru (Marduk) ilk önce Neptün ile karşılaştı. Çekim gücü ile onun yüzeyini tümsekleştirdi ve sonunda bu tümsek o kadar büyüdü ki gezegenden koptu. Böylece Neptün'ün uydusu Triton oluştu (Triton tüm gezegenlerin tersi yönünde döner). Daha sonra Nibiru Uranüs'e yaklaştı ve çekim kuvveti ile onun kendi etrafındaki dönüş eksenini eğdi ve ayrıca çekim kuvveti ile Uranüs'ün 4 tane uydusunun olmasına yolaçtı. Bu uydulardan üçünü Nibiru kendisi aldı ve geride Triton'u olduğu gibi bıraktı. Böylece Nibiru'nun 4+3 yedi uydusu oldu. Nibiru Jüpiter ve Satürn'e yaklaşarak Güneş ekseni etrafındaki yörüngelerini çarpıttı. O anda Satürn'ün yörüngesinde bulunan Satürn'ün dev uydusu Gaga, Nibiru'nun etkisi ile Satürn'den uzaklaştı ve bugünkü Plüto halini aldı. (Plüto'nun diğer gezegenlere göre çok küçük boyda olması, yörüngesinin Neptün'le kesişmesi ve diğer gezegenlerin yörünge düzlemi ile olan büyük farkı gibi anormallikleri nedeniyle Prag'ta toplanan Uluslararası Astronomi Birliği, 24 Ağustos 2006'da Plüto'yu gezegen statüsünden çıkardı. Çünkü, Plüto hiçbir zaman gezegen olmamıştı. Sadece bir zamanlar Satürn'ün uydusuydu.) Nibiru'nun izlediği daha sonraki yolun üzerinde bulunan Jüpiter'in çekimi sebebi ile Nibiru, 11 uydusu olan Tiamat'a çok yaklaştı ve Tiamat çekim kuvvetleri ile ikiye bölündü. Bu olay öncesi Tiamat son derece sulak bir gezegendi (Asteroid kuşağındaki şu andaki donmuş bol miktarlardaki buz). Ayrıca Nibiru'nun yörüngesindeki 7 uydunun tamamı Sümer Yaradılış epiği Enuma Elish'e göre Tiamat'a çarptı. Tiamat bu şekilde bir büyük bir küçük iki parçaya ayrıldı. Küçük olan parça parçalanarak asteroid kuşağını oluşturdu. Büyük olan da Gaia (Shan ya da bugünkü dünyamız) haline geldi. Asteroid kuşağını oluşturan parçalar çekim kuvvetleri ile diğer buz vs. parçalarla birlikte çarpışma sonrasında Güneş'e doğru çekildiler ve bir kısmı Güneş'e düşerek yokoldu ama bunların büyük kısmı ise Güneş'e düşmeyip bugünkü asteroid kuşağı bölgesinde (Bir zamanlar Tiamat'ın yörüngesinin olduğu yerde) bir araya geldiler. Böylece diğer gezegenlerin dönüş yönünün aksi (Nibiru'nun geliş yönü ile aynı) yönde dönecek şekilde bugünkü Asteroid Kuşağı oluştu. Büyük parça (Gaia) ise Güneş etrafında yeni bir yörüngeye oturdu ve bugünkü Dünya'mızı oluşturdu.

Tiamat neden yokedildi?
Reptoid/dinoid ırkının Tiamat üzerinde büyük kolonileri vardı. İnsanlar ve sürüngenler Tiamat üzerinde barış içinde yaşıyorlardı. Sürüngen ırk, insan ırkı ile birlikte yaşamak istemedi ve insanları yok etme isteği Galaktik Federasyon tarafından beğenilmedi. Bu yüzden Nibiru Tiamat'taki yaşamı yoketmek üzere görevlendirildi. Tiamat iki parçaya bölünerek yaşam yokedildikten sonra sürüngenler Maldek isminde küçük bir savaş gezegenine geçtiler. Bu gezegeni ileri teknoloji silahlarla donatmışlardı. Tiamat'ın eski yörüngesine yakın bir yerde Nibiru ile Maldek birbiri ile çatışmaya başladı. Nibiru'nun Maldek'e saldırısı sırasında reptoid/dinoid ırkı kendilerini savunmak için çok yoğun nükleer silah kullandılar. Maldek yokoldu ama Nibiru'nun yüzeyi de hasar gördü. Nibiru'nun koruyucu kalkanları iş görmez hale geldi. Yenilen reptoid/dinoid ırktan kalanlar kaçarlarken Venüs ve Mars gezegenindeki adına Hybornea denen başka insan kolonilerinin bulunduğu büyük yerleşim bölgelerini de yokettiler. Reptoid/dinoid ırk bu yıkımdan sonra Güneş Sistemimizi ellerinde kalan gemileriyle terketti. Maldek gezegeninden arta kalan parçalar, Tiamat'ın parçalarına karışarak asteroid kuşağına eklendiler. Böylece, bugünkü asteroid kuşağını oluşturan parçaların Tiamat ve Maldek'in parçalarından oluştuğunu biliyoruz. Nibiru'nun uydularının Tiamat'a çarpmalarıyla meydana gelen büyük yıkım sonucunda çok sulak bir gezegen olan Tiamat iki parçaya ayrıldı demiştik. Uyduların Tiamat'a şiddetle çarpmaları ile Tiamat ikiye bölünürken Tiamat'ın devasa okyanusları uzaya saçıldı. Bunlar devasa buz kütlelerini oluşturarak bugün hala dönmekte olan kuyrukluyıldızları oluşturdular. "944 Hidalgo" gibi çok eski olanlar artık gaz ve buz materyallerini bitirip kuyruksuz kometler halinde Güneş Sistemimizdeki periyotlarına devam etmekteler. Her 76.8 yılda bir dünyamızdan gözlenen Halley kuyruklu yıldızı da Sitchin'e göre Tiamat'ın bir parçasıdır.

Ay'ın kökenine gelince: Tiamat'ın bu çarpışma öncesi 11 uydusu vardı ve bunlardan en büyüğü olan Kingu Gaia'nın (Dünya) uydusu Ay olacak şekilde Dünya'nın yörüngesine Galaktik Federasyon tarafından düzgün bir şekilde kondu (Ay'ın fiziksel ve elemental yapısı Dünya ile uyuşmamaktadır, yani Ay'ın kökeni Dünya'nın kendisi değildir). Yani bugünkü uydumuz Ay bir zamanlar Tiamat'ın uydusuydu. Titius-Bode kanununa göre bugünkü asteroid kuşağının bulunduğu yerde bir zamanlar Tiamat gezegeni vardı. Nibiru, Tiamat'ın 7 uydusunu alarak yoluna devam etti.

Karbon, silikon, metal, gaz ve buz parçalarından oluşan asteroid kuşağındaki parçalar bugün bir araya gelseler bir gezegeni oluşturacak çoklukta değiller. Ayrıca Jüpiter'in varlığı da bunların bir araya gelip bir gezegen oluşturmasını çekim kuvvetleri sebebiyle engelliyor. Tiamat'ın küçük parçası ve Maldek'ten arta kalanlar parçacıklar aynen Nibiru'nun aksi yöndeki dönüşü ile aynı yönde olmak üzere Mars ile Jüpiter arasındaki boşlukta dönmeye başladılar ve bu kuşağı oluşturdular. Bu parçaların bir kısmı Satürn tarafından da yakalandı ve Satürn'ün bugünkü bilinen kuşağının bir kısmını oluşturdu. Satürn'ün halkasındaki diğer parçalar Nibiru'nun çekimi ile Satürn'ün yüzeyinden çekilenlerdir. Bugün asteroid kuşağını oluşturan irili ufaklı parçaların birbirlerine yakın öbekler oluşturmayıp, birbirlerinden çok uzaklarda bulunduklarını ve bunlardan onbinlercesinin her ay yaklaşık 5000 tane olmak üzere astronomlarca kataloglandığını biliyoruz. 100 km. çapından büyük olan 220 tanesi dışında 1000 km'lik çapıyla en büyükleri 1801 yılında Sicilya'daki Palermo gözlemevinde Giuseppe Piazzi tarafından keşfedilen Ceres'tir. Asteroid kuşağını oluşturan bütün parçalar bir araya toplandığında Ay'ın 35'te 1'i kadar bir hacim tutacağı hesaplanmıştır ki bu miktar Ceres'in yaklaşık 3'te 1'idir. Sanılanın aksine çok fazla bir malzemeden oluşmayan bu kuşak, ayrıca uzayın derinliklerine gönderilen uzay araçları (probe) için, kuşağı oluşturan kalıntı parçacıkların birbirlerinin arasındaki mesafeler uzak olduklarından pek bir tehlike arzetmemektedir.

Güneş Sistemimizin Gruplandırılmasında Asteroid Kuşağının Kullanılması
Günümüzde Mars ile Jüpiter arasında yer alan ve bir kısmı bir zamanlar Tiamat'a ait olan materyalden ve yokedilen Maldek'in arta kalan parçalarından oluşan asteroid kuşağı sınır alınarak İç Güneş Sistemi ve Dış Güneş Sistemi olarak güneş sistemimizi gruplandırdık. Buna göre Güneş ile Asteroid kuşağı arasındaki iç güneş sisteminde sırası ile Merkür, Venüs, Dünya ve Mars olmak üzere 4 gezegen; Asteroid kuşağından itibaren de Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüto ve Nibiru (Marduk) olmak üzere 6 gezegen (dış güneş sistemi) toplam 10 gezegen bugünkü güneş sistemini oluşturdu. Tüm bu olayların sonunda Nibiru (Marduk) 3600 küsur yıllık basık elips şeklindeki yörüngesini takip etmeye başladı.

.: Böylece Güneş sistemimizle ilgili cevaplanamayan aşağıdaki sorular SÜMER tabletleri tarafından cevaplanmış oldu:
1. Triton'un dönüş yönünün gezegenlerinin dönüş yönüne ters dönmesinin nedeni
2. Asteroid kuşağının kökeni
3. Asteroid kuşağında bulunan bol miktarda donmuş olarak bulunan buz'un kökeni
4. Asteroid kuşağını oluşturan kalıntıların dönüş yönünün gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesinin sebebi
4. Ay'ın (Kingu) kökeni
5. Dünya'nın kökeni
6. Satürn'ün halkalarının kökeni
7. Plüton'un (Gaga) yörüngesindeki anormallikler
8. Pluton'un halkalarının kökeni
9. Uranüs'ün eksenindeki eğiklik

.: Nibiru'nun diğer ismi neden Marduk?
Sümer dilinde Nibiru, Babil dilinde ise Marduk denmekte. MÖ. 2200 yılında Marduk, zor kullanarak Nibiru'nun kontrolünü Anu'dan devraldı. Şu anda Nibiru'nun hakimi Marduk olduğundan Nibiru'ya yer yer Marduk ismi veriliyor.

.: Gezegenler ve Ay'ın kökeni ile ilgili bir çalışmayı buraya tıklayarak görebilirsiniz.
.:
Güneş ve gezegenler (Güneş'imizin büyüklüğünü göstermek için hazırlanmış bir çalışma)
.:
Güneş Sistemimizdeki gezegenler ve Nibiru'nun kendisinin orantılı olarak büyüklüğü ile ilgili bir çalışma
.:
Galaktik Federasyon ve Nibiru hakkında daha fazla bilgi buradadır [25 sayfa PDF dosyası, 312 KB]


.: Ay'ın yapay olarak Dünya'nın yörüngesine yerleştirildiği söyleniyor?
Günümüzde halen yanıtlanamamış sorulardan ilk 10 tanesi:

1. Dünya'daki toprak elementleri ile uyuşmayan bir yapısı olması
(Ay'dan gelen taşlar incelendiğinde krom, titanyum ve zirkonyum ağırlıklı bir yapı gözlenmiştir)
2. Dünya ile Ay'ın yoğunlukları arasındaki fark
(Dünya 5.5 g/cm küp, Ay 3.34 g/cm küp)
3. Dünya'nın dönüşü ile tam olarak aynı olarak kendi etrafında dönmesi, tam senkronizasyon
(Dünya'nın dönüşü ile (24 saat) kendi dönüşünün aynı olması (24 saat). Bu yüzden hep aynı yüzünü görürüz, Ay bize arka yüzünü hiç göstermez)
4. Ay'ın Dünya etrafında mükemmele yakın dairesel bir yörüngede dönmesi
(Ay eğer Dünya tarafından sonradan çekim kuvveti ile yakalanmış olsaydı, Ay'ın Dünya etrafındaki yörüngesi elips olurdu)
5. Dünya ile Ay arasındaki mesafenin çok yakında olması
(güneş sistemimizde ve dışında gözlenen gezegenlerin uydularının hem bu büyüklükte hem de bu yakınlıkta olması durumu hiç gözlenmemiştir)
6. Ay üzerindeki en büyük ve küçük kraterler incelendiğinde derinliklerinin neden çok sığ olduğu halen cevaplanamamıştır
(En büyük krater olan Gagarin krateri 186 mil çapında olmasına rağmen derinliği 4 mili geçmez. Ayrıca, büyük kraterlerin dip kısımları konveks olup Ay yüzeyinin eğik şeklini almıştır)
7. Ay'ın, diğer gezegenlerin uydularının uyduğu "ekvator düzlemi" kuralına uymaması (Güneş sistemindeki ve dışındaki hemen hemen bütün uydular, etrafında döndükleri gezegenin ekvator düzleminde döner. Fakat, Ay, Dünya'nın Güneş etrafındaki yörünge düzleminde dönmektedir)
8. Ay'ın bize bakan yüzünün daha deforme olması (Ay'ın bize bakan yüzüyle, hiç göremediğimiz karanlık yüzeyini karşılaştırdığımızda, karanlık yüzde meteorların yolaçtıkları kraterlerin ve çeşitli sonradan olmuş deformasyonların, bize bakan yüzüne nazaran çok daha az olduğunu görürüz)
9. Diğer bir cevaplanamayan konu da Ay'ın dış kabuğunun 60 km olarak, Dünya'nınkinden 2 kat kalın olmasıdır. Ay yüzeyindeki kraterler nasıl volkanik aktivitelerle oluşmadıysa, kabuğun kalın olmasının sebebi biriken lav olamaz.
10. Dünya'nın merkezindeki eriyik haldeki çekirdek, Dünya'dan daha yavaş dönmekte ve bu sürtünme yüzünden dünyanın manyetik alanı oluşmaktadır. Ay'ın merkezinde erimiş bir çekirdeğin bulunmadığını bilimadamları hesapladılar. Gerek Rus gerek Amerikalıların uzay araçlarındaki magnetometrelerle yaptıkları ölçümlerde, Ay'ın biz zamanlar çok yüksek bir manyetik alana sahip olduğu, bunun kalıntılarının da Ay'dan gelen kayalarda gözlenebileceği söylenmiştir.

Ay bugün dünya'nın yörüngesine yerleştirilmeden önce Tiamat'ın uydusuydu demiştik. Apollo 11'in Ay'ın Durgunluk Denizi'nden (Mare Tranquillitatis) getirdiği ay taşlarının yaşları, Sky and Telescope dergisindeki makaleye göre 7 milyar yıl bulunmuştur. Apollo 12'nin Fırtınalar Okyanusu'ndan (Oceaus Procellarum) getirdiği ay taşlarının yaşları ise, potasyum-argon metoduyla yapılan ölçümlere göre 20 milyar yıldır ve bu, Güneş Sistemi'nin yaşından da eskidir! Chemistry dergisindeki Urey'in makalesinde, Ay taşlarının Plutonium-244'ten oluşan Xenon izotopları içerdiğini, bunların Dünya'da bulunmayan elementler olduğunu saptamıştır. Dünya'da bulunmuş en eski kaya Greenland'da bulunmuştur ve 3.7 milyar yaşındandır. Ay'ın bu bilgilere göre Dünya'dan daha eski olduğu ortaya çıkar. Ay taşlarının diğer bir özelliği de çok zayıf bir termik iletkenliğe sahip olmasıdır. Yani, sıcaklığı neredeyse hiç iletmezler. Ergime noktası yüksek olan elementler, Dünya'da az bulunurlar. Buna karşılık, ergime noktası yüksek olan elementlerin Ay bileşiminde çok fazla bulunması da ayrı bir konudur. Ay taşlarında ve Ay'da saptanmış bulunan Titanyum, Zirkonyum ve Yttrium miktarı, Dünya ve Evren'deki ortalamanın üzerindedir (Science News, 16 Ağustos 1969). Ay üzerinde rastlanan Mascon'ların nedeni de hala izah edilememiştir (Apollo-8 astronotları Ay denizleri üzerinden geçerken araçlarının hızlandığını, alçalıp yükseldiğini göstergelere bakarak tespit etmişlerdir. Daha sonraları Ay çevresinde dolaşmış insanlı ya da insansız her araç, Ay denizlerinin bu etkisini kaydetmiştir. Bilimadamları bu sorunu, o bölgelerdeki gravitasyon çekiminin öteki bölgelere göre daha fazla olması şeklinde cevaplamış, Ay üzerindeki bu noktalara kütle konsantrasyonu anlamına gelen "mass concentration" sözcüğünden türettikleri "Mascon" adını takmışlardır). Ay'la ilgili yapılan sismik çalışmalarda, Dünya'da kullanılanlardan yüzlerce kez daha hassas cihazlar kullanılmıştır. Apollo-12'nin ay modülü Ay yüzeyine çarptığı zaman oluşan yapay deprem sarsıntısı 55 dakika sürünce bilimadamları çok şaşırmıştı. Ayrıca, sinyaller küçük dalgalardan başlayarak belli bir tepe noktasına ulaşmış, sonra da Dünya'da alışılagelmiş olanlara hiç benzemeyen bir şekilde periyotlarca sürüp gitmişti. Bu da Ay'ın yüzey kabuğunun 15-20 mil kadar altının boş olduğunu gösterir. Bilimadamlarının, saatlerce süren yapay deprem titreşimlerini çok güzel ileten bir yapının, ancak o yapı metal bir küre ise olabileceğini söylemeleri de Ay'ın 15-20 mil altında metal bir küre olduğunu anlatır.

Tiahuanaco şehrindeki meşhur Güneş Kapısı, 120x360 metre ölçülerinde yekpâre bir andazit taştır ve ağırlığı 10 tondur. Üzeri uçan tanrılar ve taşıtlar figürleriyle süslü taşta 27 bin yıllık bir takvim işlenmiştir. Gökyüzünün 27 bin yıl önceki halini gösteren kabartmalarda, tüm gezegenler işlendiği halde Ay orada yoktur. Dr. Bellamy ve Dr. Allan'a göre Güneş Kapısı sembollerinde Ay, dünya yörüngesinde 11.500-13.000 yıl arası bir zamanda belirmektedir. Takvimdeki hesaplamalara göre Ay'ın 13 bin yıl önceki Dünya etrafındaki dönüşü yılda 425 turdu. Bugün bu tur sayısı 365'tir.

Japonların 2007'de Ay'ın yörüngesine oturttukları KAGUYA (SELENE) uydusu Laser Altimetresiyle (LALT) çok hassas uzaklık ölçümleri yaparken, Ay'ın yüzeyini tarayan çift kameralı sistemiyle 3 boyutlu olarak Ay'ın yüzeyinin detaylı haritasını çıkarmıştır. Google ve JAXA işbirliğiyle bu harita Google Earth'e kondu. Uydu, Ay'ın yörüngesinde dönerken, tıpkı Apollo astronotlarının da farkettiği gibi belli yerlerde alçalmış, belli yerlerde yükselmiştir. Carlton Allen ve Alberto Saal'e göre KAGUYA uydusu, Ay'ın etrafındaki yörüngesini izlerken, manyetik çekimdeki artış ve azalışlardan etkilenmektedir. KAGUYA, Ay'da manyetik çekimin kuvvetli ve çok zayıf olan bölgelerini tespit etmiştir. Buna göre, kuvvetli tüm bölgeler Ay'ın dünyaya bakan tarafında, zayıf tüm bölgeler ise Ay'ın arka tarafında yer almaktadır. Bu bölgelerdeki manyetik etkinlik sadece yüzeyle sınırlı kalmayıp, derinlerde de devam etmektedir. Dr. Fumi Yoshida (National Astronomical Observatory of Japan)'a göre Ay'ın yüzeyindeki kraterlere sebep olan şey asteroit kuşağındaki parçalardır. Asteroit kuşağındaki parçaların boy dağılımlarını incelemiş ve bunların Ay yüzeyindeki kraterlerle aynı boy dağılımına uyduğunu belirtmiştir.

Yukarıda özetlenen pekçok sebepten dolayı, Ay dünya'nın çevresine yapay olarak yerleştirilmiş olması düşüncesi, kitaplarda ve ansiklopedilerde anlatılan Ay'ın Dünya'nın oluşumu sırasında kendisinden kopan bir parça olması kuramından daha güçlüdür. En temel olarak, elemantal yapının birbirininden çok farklı olması ilk ve en kuvvetli ispattır. Ayrıca, Jüpiter'in uydusu Phobos'un ve Plüto'nun da yörüngelere yapay olarak yerleştirildiği Sümer metinlerinde geçmektedir. Pek çok farklı kaynağa göre yapay bir uydu olan dünyanın uydusu Ay'ın ve Jüpiter'in uydusu Phobos'un içinde bir uygarlık var. Bir zamanlar Satürn'ün uydusu olan Plüto'nun (Gaga) Güneş sisteminizi gözlemek ve korumakla görevli bir karakol olduğu belirtiliyor. Sümer tabletlerine göre bu üçünün amacı Dünya'yı yakından izlemek ve sürüngen kötü niyetli istilacılar gibi dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korumak. Phobos ve Plüto gibi Nibiru'nun kendisinin de yapay ama çok büyük bir uydu olduğu belirtilenler arasında. Ay'ın, Phobos ve Plüto'nun Galaktik Federasyon tarafından Dünya'yı tehlikelere karşı korumak amacı ile yapay olarak yerleştirilmişlerdir bilgisi İnternet'te pek çok yerde mevcut. Bunlardan dünyamıza en yakın konumda olan uydumuz Ay ise apayrı bir inceleme konusu. Gerek NASA'nın gerek astronotların birebir gözlemledikleri, gerek Dünya üzerinden teleskoplarla sürekli görülen Ay anormalileri (Ay üzerinde görülen ışıklı cisimler, büyük iş makinaları benzeri cisimler, görünüp kaybolan dev yapılar) hakkında çok fazla yazılmış kaynak mevcut. "Lunar Anomalies", "TLP" (veya "Transient Lunar Phenomena") anahtar kelimelerini kullanarak bunlara ulaşabilirsiniz.

AY'IN ÖZELLİKLERİ

Kütle (kg)

7.349e+22

Ekvator Çapı (km)

1,737.4

Ortalama Yoğunluk (gm/cm3)

3.34

Dünya'dan otalama uzaklığı (km)

384,400

Kendi etrafında dönüş süresi (gün)

27.32166

Dünya etrafında dönüş süresi (gün)

27.32166

Ortalama Ay günü

29.53059

Yüzeyden kaçış hızı (km/saniye)

1.03

Orbital eccentricity

0.0549

Eksen eğimi (derece)

1.5424

Orbital inclination (derece)

5.1454

Ekvatordaki yerçekimi (m/sec2)

1.62

Ekvatordaki kaçış hızı (km/sn)

2.38

Albedo

0.12

Magnitude (Vo)

-12.74

Yüzeydeki ortalama sıcaklık (gündüz)

107°C

Yüzeydeki ortalama sıcaklık (gece)

-153°C

Yüzeydeki en fazla sıcaklık

123°C

Yüzeydeki en düşük sıcaklık

-233°C

.: Ay olmasaydı ne olurdu?
Dünya bugünkü gibi olmazdı. Hayat bile olmazdı. Ay olmasa idi günler daha kısa olurdu. Şiddetli fırtınalar ve kasırgaların hiç kesilmediği bir dünya olurdu. Atmosfer bugünkü gibi olmazdı. Daha kalın bir atmosfere sahip olurduk. Ay olmasaydı, gel-git olayları %70 oranında azalırdı. Ay ışığında etkinliğini sürdüren canlılar gelişmezdi ve mevsimler olmazdı. Gel-gitler olamayacağı için Dünya'da yaşam oluşmazdı. Sadece Güneş'in varlığı ile olan mevsimler, rüzgarlar ve yağmurların var olduğu bitkilerden ibaret boş bir gezegen olurdu Dünya. Ay'ın varlığı yaşamı açıklıyor. Kadınların menstürasyonun 28 günlük bir periyotta olması da Ay'ın varlığı ile ilgilidir. Ayrıca, Dünya'nın Güneş etrafındaki yörüngesinden 5 derecelik bir yörünge eğikliğiyle Dünya'nın etrafında döner.

.: Nibiru'nun uyduları neyi ifade ediyor?
Başlangıçta 4 olan uydu sayısının şu an 7 kadar olduğu söyleniyor. Nibiru'nun kendisi üzerinde hayat yok, zeki yaşam Nibiru'nun yüzeyinin altında ve uyduları üzerinde olduğu söyleniyor. Nibiru, dışarıdan bakıldığında altın sarısı rengindedir. Bu yüzden Nibiru'nun etrafında mor bir halka gözükür. Nibiru, Dünya'mızdan 4 kat daha büyüktür. Nibiru Galaktik Federasyon tarafından Sirius B'de başıboş olarak keşfedilen büyük bir parça idi. Daha sonra evrendeki en üstün teknoloji ile bir savaş yıldızı haline getirildi. Şu anda Nibiru 5. boyutta olduğundan Dünya'dan çıplak gözle görülemiyor fakat etkileri hissediliyor.

.: Nemesis Teorisi nedir?
Güneş'in görünmeyen karanlık (karadelik) ikizinden bahseder. İsmi Nemesis'tir. Bir elips'in iki odağı vardır. Bu teoriye göre Nibiru'nun elips olan yörüngesindeki odaklardan birisi Güneş, diğeri Nemesis'tir. Ayrıca Nibiru'ya Sümerler "Gelip geçip giden", Babil'liler ve Mezopotamya'lılar "Marduk, Cennetlerin kralı", Eski Yahudiler "Kanatlı dünya", Yunanlılar ise "Nemesis" demişlerdir. Güneş'in yörüngesi düz olmayıp yalpalı bir yol izlediğinden, bu yalpalama hareketinin uzaktaki ikinci bir güneşten kaynaklandığı düşünülür. Bu ikili sistem birlikte, samanyolu içerisinde birbirleri etrafında dönerek yol alırlar.

.: Albedo nedir?
En basit anlatımıyla albedo, Güneş'ten gelen ışın ile gezegenin yüzeyinden uzaya yansıyan ışığın oranıdır. Bilinen en yüksek albedo dünya yüzeyinde kar'a aittir ve 1'e yakındır. Albedo'su sıfır olan bir yüzey karanlık demektir.
Dünya'nın albedosu 0.38'dir. Albedo'nun daha teknik bir tanımı için buraya tıklayın.

.: Titius-Bode kanunu nedir?
18. yüzyılda Johann Daniel Titius ve Johann Elert Bode gezegenlerin Güneş'ten uzaklıklarının belli bir orana göre olduğunu öngören bir kanun keşfettiler (1772). Onlara göre gezegenlerin uzaklıkları belli bir sırayı izliyordu. Onlara göre sıfır ile başlayan bu sayılar şu şekilde sıralanıyordu: 0, 3, 6, 12, 24, 48, 96, 192, 384, 768. Daha sonra her bir sayıya 4 ekleyip 10'a böldüler.

Sonuç standart astronomik birim ile çakışınca da buluşlarını açıkladılar. Yıllar sonra başka türlü yaklaşımlarla gezegenlerin güneşe uzaklıkları için katsayılar buldular. Amaç, o güne kadar keşfedilmemiş gezegenleri bulmak ve olası uzaklıklarını saptamaktı. Bunlardan en sonuncusu ise Fibonacci yaklaşımıdır. Titius-Bode kanunu duyurulduktan sonra bu dağılımlara göre dünyanın her yerinde gezegen avcılığı başlamıştı. Ayrıca Titius-Bode bu kanunu keşfettiklerinde Asteroid kuşağı, Uranüs ve Neptün daha keşfedilmemişti. 1781 yılında William Herschel Uranüs'ü ve 1801'de Giuseppe Piazzi Asteroid kuşağının en büyük cismi olan Ceres'i, 1846'da Johann Galle Neptün'ü ve 1930'da Clyde Tombaugh Plüto'yu keşfettiklerinde bunların uzaklıklarının Titius-Bode kanuna uyduğu görüldü:

Titius-Bode Kanunu

Gezegen

AU
(Astronomical Unit)

Titius-Bode
Teorik Uzaklık

Gerçek Uzaklık (km)

Uydu
Sayısı

Ekvator
Eğimi

Kendi ekseni
etrafında
Dönüşü
(saat)

Çap
(km)

Merkür

0,3871

0,3

57,910,160

0

2

1408

2439

Venüs

0,7233

0,7

108,205,680

0

177,3

5832

6052

Dünya

1

1

149,600,000

1

23,45

23,93

6378

Mars

1,524

1,6

227,990,400

2

25,19

26,42

3397

Asteroid Kuşağı

2,77

2,8

414,392,000





Jüpiter

5,203

5,2

778,368,800

>28

3,12

9,92

71490

Satürn

9,539

10

1,427,034,400

30

26,73

10,66

60268

Uranüs

19,19

19,6

2,870,824,000

21

97,86

17,24

25559

Neptün

30,06

38,8

4,496,976,000

8

29,6

16,11

25269

Plüto

39,48

77,2

5,906,208,000

1

122,46

153,3

1160

Nibiru

1,541,483,008


2,306,800,000,000

7




Bazı Asteroidler: (parantez içerisindekiler kilometre cinsinden çapları):
Ceres (940), Vesta (576), Pallas (538), Hygeia (430), Interamnia (338), Davida (324), Cybele (308), Europa (292), Sylvia (282), Patientia (280), Euphrosyne (270), Eunomia (260), Bamberga (252), Juno (248), Psyche (246), Doris (246), Eugenia (244), Hector (232), Themis (228), Arethusa (228).

AU (Astronomical Unit, Astronomik Birim) = 149.598.000 kilometre (Dünya'nın Güneş'ten uzaklığı 1 AU ya da AB)

.: Nuh Tufan'ına sebep olan su nereden geldi?
İnternet'te yer alan pekçok kaynağa göre çok uzun bir zaman önce dünyanın etrafında yoğun nemden oluşan bir kuşak vardı. Bu kuşak sayesinde dünyada fırtınalar, mevsimsel anormaliler ve sel gibi afetler görülmüyordu. Dünyanın çevresini saran yaklaşık 3 mil kalınlığındaki bu kuşak (ya da gökkubbe) sayesinde dünya'nın her yerinde ılıman bir iklim mevcuttu. Dünya'da cennete benzer bir yaşam sürülüyordu. Eski kitaplarda sözü edilen yemyeşil ağaç ve sık bitkilerle kaplı dünyamızdaki koşulları ancak böyle bir gökkubbe sağlayabilirdi. O zamanlar dünya'daki insanlar bu kuşak yüzünden Güneş'i ya da Ay'ı göremiyordu. Astropikal yapıdaki dünya'daki yaşam koşulları o zaman çok rahattı. Bu kuşağı Galaktik Federasyon'un gezegen ve yaşam yaratan mühendisleri inşa etmişti ve onu yerinde tutan enerji üreten yapılar dünyanın değişik yerlerinde gizlenmişti. Daha sonra bu yapıların birkaçının insanlar tarafından yokedilmesi ile buz kristallerinden ve nemden olan kuşak dünyaya yağmur halinde düşerek büyük tufanı oluşturacak miktarda suyu meydana getirdi. Bu enerji kristallerinin yokedilmesi fikri Nibiru'nun komutanı Marduk tarafından başlatılmıştı. Marduk, Mısır'daki oğlu Seth'e Büyük Piramit'in kristal tapınaklarına saldırmasını emretti. ME adı verilen bu kristallerin bazılarının yokedilmesi sonucu kuşak 40 gün süren muazzam yağmurlarla çöktü.
Bugün Nuh Tufanı'nı meydana getirecek kadar bol miktarda suyun nereden geldiği ile ilgili pekçok görüş ortaya atılmaktadır. Enerji üreten yapılardan bazıları hala dünyanın çeşitli yerlerinde sağlam olarak bulunmaktadır iddiasını kanıtlamak amacıyla bunların yerleriyle ilgili pekçok araştırma yapılmış fakat başarısız olunmuştur. Bu kadar bol miktarda suyun bir anda ortaya çıkışı ile ilgili teorilerden birisi olan buz kristalleri kuşağı ya da nem kuşağı teorisi bu teorilerden birisidir. Küresel ısınma ile ilgili projelerden birisinde, kutuplardaki buzların tamamının eriyerek okyanus su seviyesini ne kadar yükselteceği ile ilgili çalışmalar yapılmıştı. Çalışmaların sonucunda yeryüzünün tamamını etkileyecek büyüklükteki bir tufanın meydana getireceği suyun yağan yağmurlarla açıklanamayacağı sonucuna varıldıktan sonra bu suyun nereden geldiği ile ilgili varsayımlar ileri sürülmüştü. Bunların içlerinde en akla yatkın olanı yoğun nemden oluşan bu kuşağın yokedilerek yağan yağmurlarla global ölçekte bir sel felaketine yol açması fikridir. Bu konu ile ilgili çok fazla bilgiye, İnternet'te "canopy" ve "flood" anahtar kelimeleri aratılarak ulaşılabilmektedir. Ayrıca Türkçe olarak, Virginia Essene'nin "Galaktik İnsan" kitabında ve Jelaila Starr'ın "12. Gezegenin Dönüşü" kitabında bu kuşaktan ayrıntılı olarak bahsedilmektedir.

.: Uzayın derinliklerini gözlemlemek için yapılan teleskoplar neden çoğunlukla güney yarımkürede?
Güneş sistemimizin de içinde olduğu samanyolu galaksimizin merkezi ile ilgili çok merak var. Merağın başlıca sebebi, içinde bulunduğumuz tüm samanyolu galaksisinin tam ortasındaki, samanyolumuzdaki tüm envanteri (gezegenleri, güneşleri vs.) çekim gücüyle bir arada tutan devasa karadeliktir. Biz üzerinde bulunduğumuz dünyamızın samanyolundaki yeri yüzünden, samanyolunun merkezine direkt baktığımızda, aradaki çok fazla madde (gaz, toz, gezegenler, güneşler vs.) bize çok açık bir görüntü vermiyor. Bu sebeple bilimadamları, samanyolumuzun merkezindeki karadeliği gözlemleyebilmek için sürekli yeni teknolojileri deniyorlar. Bu büyük karadeliğin kendisi, dünyamızın güney yarımküresine baktığından, astronomların daha çok güney yarımkürede bulunmaları beklenen birşeydir. Ayrıca, geceleri gökyüzündeki pek çok önemli nebula, galaksi vs. çoğunlukla güney yarımküreden izlenebiliyor. Hem galaksi merkezi hem de önemli gök cisimleri hep dünyanın güney yarımküresinden daha rahat izlenebildiğinden, çok büyük ebatta yeni bir teleskop (ya da gözlemevi) kurulacağı zaman bunun için genellikle uygun yer hep güney yarımküreden seçilir. Ama, hem havada toz olmaması, hem de berrak gökyüzü sebebi ile kuzey kutbunda ve kutba yakın yerlerde de teleskoplar kurulmuştur. Hubble ilk yörüngeye oturtulduğunda (merceğindeki hata giderildikten sonra) ilk iş olarak derhal güney yarımküredeki ilginç cisimlere kaçınılmaz olarak odaklanmıştır.


.: Birbirleri ile büyüklüklerine göre gezegenler ve Planet X [BluePoint için özel hazırlanmış büyük ebatta bir çalışma]
.:
Güneş Sistemimizdeki Gezegenler ve Planet-X [BluePoint için özel hazırlanmış büyük ebatta bir çalışma]
.:
Gezegenler ve Ay'ın kökeni ile ilgili bir çalışma [BluePoint için özel hazırlanmış büyük ebatta bir çalışma]
.:
Foton kuşağı ile ilgili kısa bilgi
.:
Nibiru ile ilgili çeşitli linkler
.:
Galaktik Federasyon ve Nibiru hakkında daha fazla bilgi buradadır [25 sayfa PDF dosyası, 312 KB]

Resimleri orijinal boyutlarıyla görmek için İnternet Explorer / Araçlar / İnternet Seçenekleri / Gelişmiş kısmından "Otomatik resim boyutlandırmayı etkinleştir" seçeneğini iptal etmelisiniz.

Eğer Mozilla Firefox kullanıyorsanız, Tools/Options/Advanced kısmındaki Resize large images to fit in the browser window seçeneğini iptal etmelisiniz.


Nibiru'nun 32 ismi: Eski çağlardan itibaren astronomide Planet-X'in pekçok ismi mevcuttur. Sümerler gezegeni "12. Gezegen" veya "Nibiru" (geçen gezegen olarak çevrilebilir) olarak isimlendirmişlerdir. Babilliler ve Mezopotamyalılar 3 isim daha kullanmışlar: "Marduk", "Cennetlerin Kralı" ve "Büyük Cisim". Eski çağ yahudileri yıldızların arasındaki uzun yörüngesi sebebiyle ona "Kanatlı Dünya" demişlerdir. Mısırlılar iki isim kullanmışlar: "Apep" veya "Seth". Yunanlılar "Typhon" ismini koymuşlar ayrıca yazılı olarak çok sık geçen "Nemesis" ismini de kullanmışlardır. Diğer eski uygarlıklar "Göğün Lordu Şiva" ve "Yıkım Tanrısı" ismini kullanmışlar. Eski Çin halkı "Gung-gung", "Büyük Siyah" veya "Kızıl Ejder" ismini kullanmışlar. Finikeliler "Büyük Phoenix", Yahudiler "Yahweh", Mayalar "Göksel Quetzalcoatl" veya "Tzoltze ek'". Nibiru Latince "Lucifer" olarak kullanılmış. İncil'de 8:10-12 kısmında "Wormwood" olarak geçer. Diğer isimler ise: "Kırmızı veya Mavi Yıldız". Ramala'da "Fiery Messenger" olarak geçer. "Büyük Yıldız" olarak İncil'de sözü edilir. "O'nun Yıldızı" olarak Edgar Cayce değinmiştir. "Büyük Kuyrukluyıldız" ve "Kıyamet Kuyrukluyıldızı" olarak Grail'in mesajında geçer. İlk çağlara ait ingiliz yazılarında "Shipton Anne", "Kızgın Ejder" olarak geçer. Güneş Sistemimizle ilgili en son bilgilere göre "X", "10. Gezegen" olarak isimlendirilmiştir. NASA tarafından "2001 KX76" ismi verilmiş, bu isim daha sonra "Ixion" olarak değiştirilmiştir.